10 Kasım 2013 Pazar

Olmasaydı sonumuz böyle!

Oysa ne büyük umutlarla yola çıkılmıştı. Ne büyük hedeflerle… Milletin sesi soluğu olmak, mazlum halkın haklarını gür bir sesle ceberut devlete karşı haykırmak içindi bu uzun yolculuk. Ufak tefek yalpalamalara karşın uzunca bir süre de öyle oldu. Sırf milletin iyiliği, halkın en tabii hak ve özgürlükleri için milletin adamları bir azınlığın tahakkümündeki o Kemalist/militarist devletle kıran kırana bir mücadeleye girişmişti. Bu mücadele şiddet ve kan içeren bir mücadele değildi elbette. Bir demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler mücadelesiydi. Haklı bir mücadeleydi ve haklı olduğu için de büyük ölçüde kazanıldı.
Ne olduysa ondan sonra olmaya başladı zaten. Milletin adamı olarak yola çıkanlar ve bu yolda halkın büyük teveccühünü kazananlar bir anda kendilerini “devlet” olarak buluverdiler. En azından kendilerini “devlet” gibi görmeye başladılar. Son derece azınlıktaki baskıcı ve oligarşik bir zümrenin tahakkümündeki devlet denen o canavarın (Leviathan) sırtını tamamen yere getirdikleri varsayımından hareket eden ve önlerinde artık mücadele edecek o “eski düşman” kalmadığını düşünmeye başlayan milletin adamları hızla o düşmandan boşalan yeri doldurmaya koyuldular.
Bu boşluk doldurma süreci maalesef bir benzeşme sürecini de beraberinde getirdi. Bu süreçte milletin adamları olarak yola çıkanlar (en azından bir kısmı itibariyle) nasıl olduysa oldu ama çok hızlı bir şekilde devletin adamlarına dönüşüverdiler. Ne hazindir ki, o eski devletin düşman gördüklerinin bir kısmını da düşman görmeye meylettiler. Hem mademki devlet artık kendileriydi, belki kendilerinin de yeniden kendileri olmasının, yani asıllarına dönmelerinin vakti gelmişti. Kendileri olmaya yöneldiklerinde ise devlette doldurdukları boşluğun tadını çıkarmaya en uygun proje olarak bulabildikleri tek alternatif Milli Görüş İslamcılığı oldu.
Milletin adamı olarak mağduru oldukları her güçlüğün üstesinden halkın destek ve teveccühüyle geldikçe güç kazandılar. Moral açıdan da, siyasal ve hukuki açıdan da haklıydılar ve kazanıyorlardı. Kazandıkça da güçleniyorlardı. Güçlendikçe değişiyorlardı. Şu kısır döngüye bakın ki, değiştikçe o güne kadar hep üstünlüğü ellerinde tuttukları etik ve ahlaki zemini kaybediyorlardı. Ama neden böyle oluyordu!.. Hem haklı olarak kazanmanın, kazandıkça haklı kalarak güçlenmenin, güçlendikçe demokrasi, hak ve özgürlüklerin çıtasını daha da yukarılara taşımanın bir yolu olamaz mıydı?
Elbette olabilirdi… Ama bu yol nedense tercihe şayan görülmedi. İktidarları sürecinde giderek güçlenen yeni muktedirler için güçlü olmak, daha güçlü olmak ve çok daha güçlü olmak her şeyden çok daha fazla cazip geldi. Onun içindir ki her sorunun veya çözümün önem ve ağırlığını oy desteğiyle tartar oldular. Norm ve değerlerin yerini oy, yani daha fazla güç, getirecek olan aldı. Bu yüzden toplumu anket manyağına çevirdiler. Oyları yükselttiği müddetçe yapıp ettiklerinde hiçbir sorun görmediler. Dahası görmek istemediler.
Bu yüzden eski kötü örnekleri mumla aratacak farklı bir popülizme saptılar. Sınırsız ve kuralsız bir büyüme motivasyonuyla muazzam rantlar sağlayıp, her seviyeden destekçileriyle bu rantı paylaşmayı iyi becerdiler. Marmaray’ın 15 gün bedava olması örneğinde olduğu gibi kamu mallarını şahsi malları gibi keyfi ama halka hoş gelecek şekilde kullanmayı iyi başardılar. Gücü çoğunluktan devşirdikleri için demokrasilerin olmazsa olmazlarından olan çoğulculuğun değil hep çoğunluğun gereğine göre hareket eder oldular. Azıcık farklı çıkan her sesi, ne diyor diye birazcık kulak kabartmak yerine, kavga minderine çekip “sandıkta karşıma çık!” diyerek susturmayı tercih ettiler. Bu yolun varıp-varacağı yerin nihai olarak otoriter bir totaliterlik olacağını mırıldanma cüretini gösterenlerin ise haddini anında bildirdiler.
Neticede koro halinde tek sesin yükseldiği bu dönemde yeni nakaratımız artık “ileri demokrasi” olmuştu. Nasıl bir demokrasiyse bu, insanlar daha fazla susturuldukça, kendilerini daha fazla baskı altında hissettikçe güçlenen ve ilerleyen bir demokrasi olmuştuk. Bu nevi şahsına münhasır (sui generis) demokrasimize uygun bir entelijensiya, uygun bir medya ve her mecradan buna uygun bir yardakçılar sınıfının sökün etmesi gecikmedi. AKP içerisindeki özgürlükçü, çoğulcu, sağduyulu demokrat insanların bile konuşmaktan çekindiği, susturulduğu, bastırıldığı, ötelendiği, ötekileştirildiği ve tüm meydanın yeni türeyen bu yeni zümrelere terk edildiği bir döneme geçmek artık kaçınılmazdı. Güçleri, kısıtlı alternatifler arasından halkın seçtiği Parlamento’nun onayladığı kabine üyelerinin bile ötesine geçen resmi ya da gayrı resmi atanmış yeni bir danışmanlar ve iltifata mazhar muktedirler sınıfıyla yepyeni bir devlet anlayışı inşa ediliyordu artık.
Bundan böyle “düşman” olarak görülen ve aman vermeksizin yok edilmesi gereken en ufak eleştirinin ve eleştiricilerin bu yeni muktedirlerden çekecekleri vardı. “İleri demokrasi” nakaratına katılmakta sadece isteksiz davranmanız bile bizzat kendisi olmasa bile “etkisi yok edilecekler” sınıfına girmeniz için yeterliydi. Oysa Umut Özkırımlı’nın T24 haber sitesinde “rakamların diliyle” anlattığı gibi ortada gerçek bir demokrasinin, hele hele “ileri” diyebileceğimiz bir demokrasinin esamisi bile yoktu.
 Mesela, Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan kadın-erkek eşitliği tablosunda Türkiye’nin 2013 yılındaki yeri 120. sıra. Oysa ekonomi, eğitim, sağlık ve siyasi hayat gibi alanlarda kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliği ölçen ve 136 ülkeyi kapsayan bu tabloda Türkiye, 2006 yılında 105’inci sırada bulunuyordu. Bugün ise dünyanın en gelişmiş demokrasileri arasında sayılamayacak Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri, Uganda, Bangladeş, Çin, Katar, Kuveyt, Ürdün, Etiyopya gibi ülkelerin altında yer alıyor.
Her 100 bin kişiye 474,8 polis olmak üzere en çok polis gücüne sahip ülkeler sıralamasında ise Türkiye 2. sırada yer alıyor. Allah’tan Rusya var da Türkiye’yi bu konuda geçebiliyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) tarafından hazırlanan Basın Özgürlüğü Endeksi’nde ise Türkiye 2013 yılındaki performansıyla 179 ülke arasında kendisine, Namibya, Gana, Senegal, Sırbistan, Tanzanya, Kenya, Ermenistan, Moğolistan, Kamerun, Güney Sudan, Libya, Bangladeş, Irak gibi ülkelerin bile gerisinde ve ancak 154. sırada yer bulabiliyor. Buna da şükür çünkü Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) bir raporuna göre tutuklu bulunan gazeteci sayısı açısından Türkiye 1. sırada yer alıyor. Türkiye’yi, İran ve Rusya 2. ve 3. sırada takip ediyor.
AİHM’in hakkında aleyhte karar verdiği ülkelerin dava sayısı bakımından 2012 rakamlarıyla 117 vakayla Türkiye, yine Rusya’dan hemen sonra 2. sırada geliyor. Şu an itibariyle AİHM’deki dava sayısı bakımından da Türkiye, 12,850 vakayla Rusya, İtalya ve Ukrayna’nın ardından 4. sırada yer alıyor.
Bir şeye “büyük” demekle o şey büyük, “güzel” demekle de güzel olmuyor. Tıpkı durmaksızın “ileri demokrasi” demekle demokrasi açığı hala derin bir ülkenin ileri demokrasi olamadığı gibi. Türkiye yakın zamana kadar doğru bir yönde, doğru bir yolda, doğru şeyleri yaparak ilerliyordu. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra ulaşacağı yer belki de “ileri demokrasi” olacaktı. Bu yazıda siz de okudunuz işte, belki “neden böyle oldu?” tam olarak bilemiyor, belki anlayamıyor ve anlatamıyorum ama hiç de umduğumuz gibi olmadı.
Bu tablo karşısında 1999’da uğradığı bir medyatik linçten sonra çok uzun olmayan bir süre içerisinde Paris’te hayatını kaybeden hemşerim Ahmet Kaya’nın bir şarkısında yoğunlaşan o ağır duygu gibi “Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor / Olmasaydı sonumuz böyle!” demek geliyor içimden.

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes-331100-i-wish-our-end-would-not-have-been-like-this.html
 

29 yorum:

  1. İşiniz gücünüz fitne fesat başka bir şey değilsiniz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. doğruyu söyle fitneci ol bu da yeni moda.

      Sil
  2. Çok karamsar bir tablo çizmişsiniz...halbuki bu cemaat daha bir kaç yıl öncesine kadar çok daha olumsuz şartlarda mücadele vermiyormuydu?...Demekki bizde bir gevşeklik var ki başka yerlere yansıyor...kendi hesabımızı kendimiz yapmalıyız..başkaları üzerinden değil...

    YanıtlaSil
  3. Mukemel yazi. Yoksa nereye gidiyoruz?

    YanıtlaSil
  4. Hahaha ne oldu ya, boşlukları sizlerle mi dolduracaklarını zannettiniz?

    YanıtlaSil
  5. Kalrminize sağlık Bülent bey,çok güzel özetlemişsiniz

    YanıtlaSil
  6. Çok güzel özetlemişsiniz Bülent Bey,yüreğinize, kaleminize sağlık!

    YanıtlaSil
  7. Elleriniz dert görmesin Bülent Bey, kaleminize kuvvet..

    YanıtlaSil
  8. Son aylardaki durumu özetleyen nefis bir yazı..Milletin adamları bunu sindire sindire okumalılar.

    YanıtlaSil
  9. bence sıkıntı tamah ve hırstan kaynaklanıyor. hepsi benim olsun ben en büyüğüm düşüncesi. oysa ki başkaları da var denilse..

    YanıtlaSil
  10. hepsi benim olsun dersen olmaz tabi. biraz ona biraz sana. hep benim olsun dersen sıkıntı çıkar. sonra kimsenin olmaz elden avuçtan kayar gider.

    YanıtlaSil
  11. Çelik çekirdeği MG olan bir partiden daha fazlasını beklemek zaten hayaldi... Bu kadar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. katılıyorum, ama e. hoca bu kadar ilerini hayal etmezdi heralde

      Sil
    2. party MG cephesinden çok farklı bir noktada bence
      eski camlar bardak olmuş

      Sil
  12. Merhaba Bülent Ağabey,
    Objektif ve yalın bir dille son derece güzel betimlemişsin tabloyu, kalemine sağlık.Ankara'dan sevgiler.

    Özkan KENEŞ

    YanıtlaSil
  13. o boşluğun sayende oluştuğunu sanıp o boşluğa talipsin ama boşlukta ynk olmakta var

    YanıtlaSil
  14. çıkarılan gömlekle ten kokusu değişmiyor bir noktadan sonra ten kokun giydiğin yeni gömlektende gelmeğe başlıyor. başbakan ve kadrosu aslına rücu ediyor garipsenecek bir durum yok. ve bu durum çokta baştan kestirilemeyecek bir durum değil.

    YanıtlaSil
  15. hükümeti eleştirmenizi anlayabiliyorum ancak sırf cemaat çevresi devletin belli iç politikalarını beğenmediği için şimdi totaliterle suçlamak da hiç adil bir tavır değil hükümetin müslüman miletlere yaptığı onca fayda ülkeye kazandırdığı maddi manevi kazanımları
    ülkeye kzandırdıkları ekonmik ve stratejik kazanımları görmezden gelip de kap kara bir tablonun var olduğunu söylemeniz de yanlış diye düşünüyorum ortadoğunun böyle kaynadığıı ne zaman başımıza bir çorap örüleceği belli olmayan bir zamanda hareketlerimize çok daha fazla dikkat etmeliyiz belli ülkelerin ülkede belli çevreleri kışkırtmaya başladıüı bir zamanda sizin de onlarla beraber hükümete yüklenmeniz ileride çok daha beklemediğiniz sebep olmak istemeyeceğiniz şeylere sebep olabilir belki de kaş yaparken göz çıkaracaksınız . Ayrıca 28 şubatın sızıları geçmiş olmalı ki müslüman çevreleri birbirine çatmaya başladıbir de şuna değinmeliyim işinize gelmediği zaman çift taraflı olmakla suçladığınız avrupa veya amerikalı değerlendirme kuruluşlarının verilerini şimdi gayet ciddiye almanız da bence bir tutarsızlıkl kısaca eleştirirken çok daha ince eleyip sık dokuyup hükümetin hatalarını bulurken çözüm önerileri de sunulup hükümetin bulunduğu şartlar da göz önüne alınmalı diye düşünüyorum (benimki de bir tavsiye incitici bir şey söylediysem özür dilerim başarılar diliyorum )

    YanıtlaSil
  16. Başbakanımızın eski telefonu kayboldu ya da birileri tarafından çalındı herhalde orada güzel bir özdeyiş vardı:'gururlanma sultanım senden büyük ALLAH var'

    YanıtlaSil
  17. Keşke karşılaştırmalı bir değerlendirme yapsaydık!.. Bir milletvekiline ''haddi bildirilirken'', anayasa kitapçıkları havada uçuşup krizlere boğulmuşken, bankalar hortumlanırken...evvelimiz nasıldı acaba?..Halimizi mükemmel görmüyorum;lakin,evveli görmeyip âhirimize ağıt yakmayı da anlayabilmiş değilim.

    YanıtlaSil
  18. Todayd zamanda iken bu soylenenler samimk gelmiyor , polis oranından bahsetmissin o kadar polisi dedem mi soktu oraya dogudan cocuklari getirip siz polis yaptiniz onları

    YanıtlaSil
  19. Çok değil, bundan 2 sene önce Zaman'da "neden akp ye oy veriyorum" başlıklı köşe yazıları düzülürken; ne oldu da böyle papaz oldunuz birbirinize? Körü körüne bir partinin peşinden koşmanın, yandaşlık etmenin, demokrat misyona ihanet etmenin cezasını görüyorsunuz. Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez.

    YanıtlaSil
  20. İsrail'İn kriptoları sizi ! Başbakan'ın arkasında halk var !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. başbakanın karısı başbakana karşı çıksa, sizin klişe lafınız eminim yine devreye girer; vay, israilin kriptosu! işiniz gücünüz lafkalabalığı... zor iş; düşünmeyeyim de

      Sil
  21. ilgiyle okudum, çok istifade ettim, teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  22. Soylediklerinize katılmamak elde değil ama zamanlamanız cok manidar beraber yerken nedense kimsenin sesi cıkmıyodu her sey günlük gülistanlıktı. Simdi ise hukumet kontrolunuzden cıktığı için çırpınıyosunuz ve ne yazık ki bu zamanlama bu yazının ne kadar samimiyetsiz ve nefsi olduğunu ele veriyor

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kontrol mü? sen nerede yaşıyorsun kardeşim? bu yazıya vereceğin mantıklı yanıtın buysa sen yine düşünmemeye devam et...

      Sil
  23. Tebrikler... her daim büyümek, gücüne güç katmak, parasına para katmak hevesinde olanların karşısında da büyük vijdanlar varmış demek ki...

    YanıtlaSil
  24. güzel bir yazıydı...kutlarım!

    YanıtlaSil