Türkçede bu durumları özetleyen “dervişin fikri neyse
zikri de odur” şeklinde güzel bir söz vardır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
Rusya gezisi sırasında Avrupa Birliğe (AB) üyelik sürecini tasvire ve Şangay
İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) katılım istekliliğine dair kullandığı cümleler de bu
niteliktedir.
Cuma günü St. Petersburg’ta düzenlenen Türkiye-Rusya Üst
Düzey İşbirliği Konseyi toplantısı sonrası Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin
ile ortak basın toplantısı düzenleyen Başbakan Erdoğan, Putin’den Türkiye’yi ŞİÖ’ye
almasını bir kez daha istedi. Türkiye’nin AB kapısında 50 yıldır bekletildiğine
atıfta bulunan Başbakan Erdoğan “Gelin Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne
alın. Bizi de bu sıkıntıdan kurtarın,” dedi.
Son yıllarda AB ile olan ilişkilerden fazla haz
almadığını söylem, hal ve davranışlarıyla belli eden Başbakan Erdoğan’ın bu
yaklaşımının AB’ye üyelik sürecini artık bir “sıkıntı” olarak görme noktasına
vardığını da böylece öğrenmiş olduk. Daha düne kadar temel insan hak ve
özgürlükleri, demokrasi, hukukun üstünlüğü, denetim, hesap verebilirlik ve
şeffaflık gibi konularda Türkiye için bir normlar ve değerler referansı olarak
kabul edilen AB’nin artık bir “sıkıntı” olarak tanımlanmaya başlanmasının
üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor.
AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecine dair müspet, yapıcı
ve geniş kitlelerde sempati uyandıracak bir politika izlemediği herkesin
malumu. Yakın zamana kadar komünizmle yönetilen Romanya, Bulgaristan,
Hırvatistan gibi ülkelerle çok sonradan başladığı üyelik süreçlerini bile
tamamlayan AB’nin, 50 yıldır kapısında bekleyen Türkiye’ye sıra gelince nasıl
ayak dirediği, nasıl bahaneler ürettiği de herkesin malumu. Her ne kadar AB,
Türkiye’nin demokratik gelişmişliğinin, insan hak ve özgürlükleri seviyesinin, ekonomik
kalkınmışlığının yetersizliğini; nüfusunun kısa sürede hazmedilemeyecek oranda ve
Birlik içerisindeki karar alma süreçlerinde yepyeni dengelere yol açacak büyüklüğünü
gerekçe gösterse de, bu ayak sürümede kültürel sebeplerin de önemli bir faktör
olduğu bilinmiyor değil.
Yine de tüm bunlar sadece ve sadece Türkiye’nin nihai
olarak AB’ye üye olup olamayacağı ile ilgili konular. Üyelik perspektifinin
uzak ve flu olması Türkiye’nin demokrasisini geliştirmesine, temel insan hak ve
özgürlüklerinin çıtasını yükseltmesine, ülkeyi şeffaf ve hesap verebilir bir
yönetime kavuşturmasına neden engel olsun ki? Siz bugüne kadar hiçbir Avrupalı liderin
Türkiye’nin yüksek demokratik standartlara, temel insan hak ve özgürlüklerine
erişmesi yönünde attığı adımlardan, gösterdiği çabalardan rahatsız olduğunu
duydunuz mu?
Kolayca hatırlayacağınız gibi AB üyelik sürecinde baş gösteren
bazı sıkıntı ve gecikmelerle ilk karşılaşıldığı yıllarda “Gerekirse Kopenhag
Kriterlerini alır Ankara Kriterleri haline getirir, yolumuza öyle devam ederiz”
diyen Başbakan Erdoğan’dan başkası değildi. Yine hükümet çevrelerinden “önemli
olan üyelikten ziyade sürecin devam etmesidir” görüşünü sıklıkla duymuyor
muyduk? Peki ne oldu da, neler değişti de birden AB’den ve Türkiye’nin üyelik
sürecinden bir “sıkıntı” olarak bahseder hale geldik. AB’nin üyelik için Türkiye’den
talepleri mi değişti? Dün kendi ülkemize de taşımak için dört elle sarıldığımız
AB’nin demokratik, hukuki, siyasi ve ekonomik normları mı değişti? Yoksa bu değerlere yönelik sorunlu bir
yaklaşım geliştirmeye başlayan biz mi olduk? Ne oldu da Sayın Başbakan, bugünkü
başarılarına temel teşkil eden tüm reformları uğruna gerçekleştirdiği AB’yi bir
“sıkıntı” şeklinde görür hale geldi? AB ve normları yerli yerinde durduğuna ve değişmediğine
göre pozisyonunu ve değerler tercihini değiştirenler sakın bizim yetkililer
olmasın!
AKP’nin bazı önde gelenlerinin ve Başbakan’ın son
dönemdeki eylem ve söylemlerine baktığımızda aslında kendi içerisinde bir
tutarlılıkla hareket ettiklerini görürüz. Aslında Başbakan’ın AB’yi artık sıkıntı
olarak görmesi, ŞİÖ’ye üye olmayı istemesi de bu tutarlılığının bir gereği.
Yaşananları ardarda sıraladığımızda bu tutarlılığın muazzam derinliğini eminin
siz de fark edeceksiniz.
Mesela, NATO ülkesi olmasına rağmen, üstelik haklı
sebeplerle de olsa, savunma füze sistemlerini Çin’den alma kararını alan
Erdoğan hükümetinin ŞİÖ’ye üye olmak istemesi neresinden bakarsanız bakın bir
tutarsızlık değildir.
Yine AKP’nin çok ani bir kararla Avrupa’nın merkez sağ
çatı partisi olan Avrupa Halk Partisi’nden (EPP) ayrılıp Avrupa-şüphecisi
Avrupa Muhafazakar ve Reformcular (AECR) grubuna katılması da AB’yi bir “sıkıntı”
olarak gören yaklaşımla büyük bir tutarlılık içerisindedir.
İlk dönemlerindeki demokratikleşme, sivilleşme ve
reform başarılarıyla göz doldurarak, herkesin takdirini kazanan AKP’nin son
dönemde giderek artan şekilde otoriterleşme eğilimleri içine girmesi, tepeden
inmeci, dayatmacı o eski devletin hastalıklarını tekrarlamaya başlaması ile AB’ye
karşı ŞİO tercihini öne çıkarması arasında da herhangi bir çelişki
bulunmamaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın, oldum olası Avrasyacı ve ulusalcı
görüşleriyle bilinen Yiğit Bulut’u herkesin şaşkın bakışları arasında başdanışman
yapmasının da son süreçteki tercihleriyle çelişen herhangi bir tarafı yoktur. Daha
5 yıl öncesine kadar sürekli AKP hükümetini ve Başbakan’ı eleştirerek Batı
karşıtı, Avrasyacı, ulusalcı görüşlerini dile getiren Bulut’un sert ve düşmanca
eleştirilerinin yerine bugüne sadece Erdoğan’a abartılı övgülerini koyarak yine
tamamen aynı görüşlerini dile getirmekte olduğunu gören sanırım sadece ben değilimdir.
Peki Türkiye’nin ihtiyacı olan gerçekten AB midir,
yoksa ŞİÖ müdür? Hiç şüphesiz ki ŞİÖ ihmal edilemeyecek kadar önemli bir
örgüttür. ŞİÖ, 6 üyesiyle dünya nüfusunun dörtte birini, gözlemci statüsündeki üyeleri
ve diyalog ortakları ile birlikte dünya nüfusunun yarısını oluşturan bir devdir.
1996 yılında savunma, terörizm ve aşırıcılıkla mücadele amacıyla kurulan bir
güvenlik örgütü olsa da bugün geldiği noktada ekonomi ve ticaret başta olmak
üzere her türlü işbirliğinin bir bölgesel platformuna dönüşmüş durumdadır.
Hali hazırda ŞİÖ’nün diyalog ortaklarından biri olan
Türkiye’nin elbette bu örgütle yakın işbirliği içerisine girerek örgütün üyesi olan
ülkelerle ekonomik, ticari ve sosyo-kültürel ilişkilerini geliştirmesinde bir
mahsur yoktur. Bu ülkelerin Türkiye için ekonomik işbirliği bakımından güçlü
ortaklar haline gelmelerinde de bir sıkıntı yoktur. Ancak demokratik normlar, temel
insan hak ve özgürlüklerini ilgilendiren ilke ve standartlar açısından ŞİÖ
ülkelerinin Türkiye için tercihe şayan değerler barındırmadığı da son derece aşikârdır.
Mesela, ŞİÖ’nün en büyük kurucu ortaklardan biri olan
Çin’in belirli değerler çerçevesindeki performansına isterseniz şöyle bir
bakalım: Çin, Dünya Genel Demokrasi ve Denetim sıralamasında 150 ülke arasında
124. sırada bulunuyor. Siyasal haklar konusunda 7 puanlık kademelendirmede 7. sırada
yer alıyor. Sivil özgürlükler konusunda yine 7 puanlık kademelendirmede 6. sırada
kendisine yer bulabiliyor. Basın özgürlüğü sıralamasında 150 ülke arasında 141.
sırada geliyor. Yolsuzlukta ise 149 ülke arasında 61. sırada.
Son dönemde benimsediği anlaşılması zor siyasi
tercihlerle evrensel demokrasi ve hukuk ilkeleriyle arası giderek açılan
Başbakan Erdoğan ve hükümeti Batılı başkentlerden artan şekilde eleştirilere
muhatap oluyor. Belli ki Başbakan Erdoğan’ın canı bu eleştirilerden fena
şekilde sıkılıyor ve bu yöndeki eleştirileri kendisine ve hükümetine
yöneltmeyecek yeni ortaklar arayışına girmiş bulunuyor.
Ekonomik kalkınma
motivasyon ve hedefleri açısından başarılı sonuçlar bile verebilecek bu yeni
arayışın, sıra ülkemizde zaten kırılgan olan demokrasiye, yetersiz olan temel
hak ve özgürlüklere ve bir türlü tesis edilemeyen adalet/hukuk üzerinde geri
döndürülemez yıkıcı etkileri olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Öte yandan, gelişmiş bir demokrasiye, yüksek hak ve özgürlükler
standartlarına, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerine sahip bir ülkeni
ekonomik gelişmesinin de hızlı olduğunu pek çok örneği vardır. Ancak otoriter
veya totaliter yöntemlerle yönetilen ülkelerin ekonomilerini şöyle ya da böyle büyütülebilse
bile halkına sürdürülebilir bir huzur, adilane paylaşılan bir refah, özgürlükleri
halel getirmeyen güvenlik ve herkesin gıpta edeceği bir onur getirdiklerinin
örneklerini bulmak oldukça zordur.
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_332264_european-union-as-source-of-inconvenience.html
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_332264_european-union-as-source-of-inconvenience.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder