24 Kasım 2013 Pazar

Bir “sıkıntı” olarak Avrupa Birliği



Türkçede bu durumları özetleyen “dervişin fikri neyse zikri de odur” şeklinde güzel bir söz vardır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya gezisi sırasında Avrupa Birliğe (AB) üyelik sürecini tasvire ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) katılım istekliliğine dair kullandığı cümleler de bu niteliktedir.
Cuma günü St. Petersburg’ta düzenlenen Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi toplantısı sonrası Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ortak basın toplantısı düzenleyen Başbakan Erdoğan, Putin’den Türkiye’yi ŞİÖ’ye almasını bir kez daha istedi. Türkiye’nin AB kapısında 50 yıldır bekletildiğine atıfta bulunan Başbakan Erdoğan “Gelin Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne alın. Bizi de bu sıkıntıdan kurtarın,” dedi.
Son yıllarda AB ile olan ilişkilerden fazla haz almadığını söylem, hal ve davranışlarıyla belli eden Başbakan Erdoğan’ın bu yaklaşımının AB’ye üyelik sürecini artık bir “sıkıntı” olarak görme noktasına vardığını da böylece öğrenmiş olduk. Daha düne kadar temel insan hak ve özgürlükleri, demokrasi, hukukun üstünlüğü, denetim, hesap verebilirlik ve şeffaflık gibi konularda Türkiye için bir normlar ve değerler referansı olarak kabul edilen AB’nin artık bir “sıkıntı” olarak tanımlanmaya başlanmasının üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor.
AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecine dair müspet, yapıcı ve geniş kitlelerde sempati uyandıracak bir politika izlemediği herkesin malumu. Yakın zamana kadar komünizmle yönetilen Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan gibi ülkelerle çok sonradan başladığı üyelik süreçlerini bile tamamlayan AB’nin, 50 yıldır kapısında bekleyen Türkiye’ye sıra gelince nasıl ayak dirediği, nasıl bahaneler ürettiği de herkesin malumu. Her ne kadar AB, Türkiye’nin demokratik gelişmişliğinin, insan hak ve özgürlükleri seviyesinin, ekonomik kalkınmışlığının yetersizliğini; nüfusunun kısa sürede hazmedilemeyecek oranda ve Birlik içerisindeki karar alma süreçlerinde yepyeni dengelere yol açacak büyüklüğünü gerekçe gösterse de, bu ayak sürümede kültürel sebeplerin de önemli bir faktör olduğu bilinmiyor değil.
Yine de tüm bunlar sadece ve sadece Türkiye’nin nihai olarak AB’ye üye olup olamayacağı ile ilgili konular. Üyelik perspektifinin uzak ve flu olması Türkiye’nin demokrasisini geliştirmesine, temel insan hak ve özgürlüklerinin çıtasını yükseltmesine, ülkeyi şeffaf ve hesap verebilir bir yönetime kavuşturmasına neden engel olsun ki? Siz bugüne kadar hiçbir Avrupalı liderin Türkiye’nin yüksek demokratik standartlara, temel insan hak ve özgürlüklerine erişmesi yönünde attığı adımlardan, gösterdiği çabalardan rahatsız olduğunu duydunuz mu?
Kolayca hatırlayacağınız gibi AB üyelik sürecinde baş gösteren bazı sıkıntı ve gecikmelerle ilk karşılaşıldığı yıllarda “Gerekirse Kopenhag Kriterlerini alır Ankara Kriterleri haline getirir, yolumuza öyle devam ederiz” diyen Başbakan Erdoğan’dan başkası değildi. Yine hükümet çevrelerinden “önemli olan üyelikten ziyade sürecin devam etmesidir” görüşünü sıklıkla duymuyor muyduk? Peki ne oldu da, neler değişti de birden AB’den ve Türkiye’nin üyelik sürecinden bir “sıkıntı” olarak bahseder hale geldik. AB’nin üyelik için Türkiye’den talepleri mi değişti? Dün kendi ülkemize de taşımak için dört elle sarıldığımız AB’nin demokratik, hukuki, siyasi ve ekonomik normları mı değişti?  Yoksa bu değerlere yönelik sorunlu bir yaklaşım geliştirmeye başlayan biz mi olduk? Ne oldu da Sayın Başbakan, bugünkü başarılarına temel teşkil eden tüm reformları uğruna gerçekleştirdiği AB’yi bir “sıkıntı” şeklinde görür hale geldi? AB ve normları yerli yerinde durduğuna ve değişmediğine göre pozisyonunu ve değerler tercihini değiştirenler sakın bizim yetkililer olmasın!
AKP’nin bazı önde gelenlerinin ve Başbakan’ın son dönemdeki eylem ve söylemlerine baktığımızda aslında kendi içerisinde bir tutarlılıkla hareket ettiklerini görürüz. Aslında Başbakan’ın AB’yi artık sıkıntı olarak görmesi, ŞİÖ’ye üye olmayı istemesi de bu tutarlılığının bir gereği. Yaşananları ardarda sıraladığımızda bu tutarlılığın muazzam derinliğini eminin siz de fark edeceksiniz.
Mesela, NATO ülkesi olmasına rağmen, üstelik haklı sebeplerle de olsa, savunma füze sistemlerini Çin’den alma kararını alan Erdoğan hükümetinin ŞİÖ’ye üye olmak istemesi neresinden bakarsanız bakın bir tutarsızlık değildir.
Yine AKP’nin çok ani bir kararla Avrupa’nın merkez sağ çatı partisi olan Avrupa Halk Partisi’nden (EPP) ayrılıp Avrupa-şüphecisi Avrupa Muhafazakar ve Reformcular (AECR) grubuna katılması da AB’yi bir “sıkıntı” olarak gören yaklaşımla büyük bir tutarlılık içerisindedir.
İlk dönemlerindeki demokratikleşme, sivilleşme ve reform başarılarıyla göz doldurarak, herkesin takdirini kazanan AKP’nin son dönemde giderek artan şekilde otoriterleşme eğilimleri içine girmesi, tepeden inmeci, dayatmacı o eski devletin hastalıklarını tekrarlamaya başlaması ile AB’ye karşı ŞİO tercihini öne çıkarması arasında da herhangi bir çelişki bulunmamaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın, oldum olası Avrasyacı ve ulusalcı görüşleriyle bilinen Yiğit Bulut’u herkesin şaşkın bakışları arasında başdanışman yapmasının da son süreçteki tercihleriyle çelişen herhangi bir tarafı yoktur. Daha 5 yıl öncesine kadar sürekli AKP hükümetini ve Başbakan’ı eleştirerek Batı karşıtı, Avrasyacı, ulusalcı görüşlerini dile getiren Bulut’un sert ve düşmanca eleştirilerinin yerine bugüne sadece Erdoğan’a abartılı övgülerini koyarak yine tamamen aynı görüşlerini dile getirmekte olduğunu gören sanırım sadece ben değilimdir.
Peki Türkiye’nin ihtiyacı olan gerçekten AB midir, yoksa ŞİÖ müdür? Hiç şüphesiz ki ŞİÖ ihmal edilemeyecek kadar önemli bir örgüttür. ŞİÖ, 6 üyesiyle dünya nüfusunun dörtte birini, gözlemci statüsündeki üyeleri ve diyalog ortakları ile birlikte dünya nüfusunun yarısını oluşturan bir devdir. 1996 yılında savunma, terörizm ve aşırıcılıkla mücadele amacıyla kurulan bir güvenlik örgütü olsa da bugün geldiği noktada ekonomi ve ticaret başta olmak üzere her türlü işbirliğinin bir bölgesel platformuna dönüşmüş durumdadır.
Hali hazırda ŞİÖ’nün diyalog ortaklarından biri olan Türkiye’nin elbette bu örgütle yakın işbirliği içerisine girerek örgütün üyesi olan ülkelerle ekonomik, ticari ve sosyo-kültürel ilişkilerini geliştirmesinde bir mahsur yoktur. Bu ülkelerin Türkiye için ekonomik işbirliği bakımından güçlü ortaklar haline gelmelerinde de bir sıkıntı yoktur. Ancak demokratik normlar, temel insan hak ve özgürlüklerini ilgilendiren ilke ve standartlar açısından ŞİÖ ülkelerinin Türkiye için tercihe şayan değerler barındırmadığı da son derece aşikârdır.
Mesela, ŞİÖ’nün en büyük kurucu ortaklardan biri olan Çin’in belirli değerler çerçevesindeki performansına isterseniz şöyle bir bakalım: Çin, Dünya Genel Demokrasi ve Denetim sıralamasında 150 ülke arasında 124. sırada bulunuyor. Siyasal haklar konusunda 7 puanlık kademelendirmede 7. sırada yer alıyor. Sivil özgürlükler konusunda yine 7 puanlık kademelendirmede 6. sırada kendisine yer bulabiliyor. Basın özgürlüğü sıralamasında 150 ülke arasında 141. sırada geliyor. Yolsuzlukta ise 149 ülke arasında 61. sırada.
Son dönemde benimsediği anlaşılması zor siyasi tercihlerle evrensel demokrasi ve hukuk ilkeleriyle arası giderek açılan Başbakan Erdoğan ve hükümeti Batılı başkentlerden artan şekilde eleştirilere muhatap oluyor. Belli ki Başbakan Erdoğan’ın canı bu eleştirilerden fena şekilde sıkılıyor ve bu yöndeki eleştirileri kendisine ve hükümetine yöneltmeyecek yeni ortaklar arayışına girmiş bulunuyor.
 Ekonomik kalkınma motivasyon ve hedefleri açısından başarılı sonuçlar bile verebilecek bu yeni arayışın, sıra ülkemizde zaten kırılgan olan demokrasiye, yetersiz olan temel hak ve özgürlüklere ve bir türlü tesis edilemeyen adalet/hukuk üzerinde geri döndürülemez yıkıcı etkileri olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Öte yandan, gelişmiş bir demokrasiye, yüksek hak ve özgürlükler standartlarına, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerine sahip bir ülkeni ekonomik gelişmesinin de hızlı olduğunu pek çok örneği vardır. Ancak otoriter veya totaliter yöntemlerle yönetilen ülkelerin ekonomilerini şöyle ya da böyle büyütülebilse bile halkına sürdürülebilir bir huzur, adilane paylaşılan bir refah, özgürlükleri halel getirmeyen güvenlik ve herkesin gıpta edeceği bir onur getirdiklerinin örneklerini bulmak oldukça zordur. 

English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_332264_european-union-as-source-of-inconvenience.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder