21 Kasım 2013 Perşembe

Konu dershane değil


Konuya en başından yanlış yaklaşıldı. Oysa asıl tartışılması gereken konu dershaneler mevzuu olmamalıydı. Ne olup, ne olmayacakları açısından dershanelerin kaderi de olmamalıydı. Hatta konu sadece eğitim konusu bile olmamalıydı. Çünkü her vatandaşın asıl tartışması gereken konu sürekli “Yeni Türkiye” diye propagandası yapılan yeni devletin nasıl bir devlet olacağı olmalıydı. Tartıştığımız, özgürlükler sorunu olmalıydı. Demokrasi sorunu olmalıydı. Hukuk devletinde olmaması gereken bir adalet sorunu olmalıydı. Konu yeniden dizayn edilmekte olan devletin özel hayat, özel mülkiyet, hür teşebbüs konusunda yanlış yöne savrulması olmalıydı. Tartıştığımız konu sıra insanların tercihlerine geldiğinde devlet denen o ceberut aygıtın nasıl dizginleneceği ve insanların tercihlerine nasıl müdahale etmekten alıkonacağı olmalıydı.
Yani asıl mesele eğitim değil. Dershaneler hiç değil. Enine boyuna tartışmamız gereken asıl mesele, hiç ummadığımız ellerde yeniden hortlayan, geçmiş tecrübelerimizden bildiğimiz o ne varsa devletleştirme eğilimindeki devletin müdahaleciliğinin daha nerelere varabileceğine dair endişelerimiz olmalıydı. Olayı sadece bazı eğitim kurumlarının devlet zoruyla kapatılmasına indirgeyecek olursak sorunu küçültmüş oluruz. Hele bu ülkenin yaşadığı diğer sorunlarla mukayese edildiğinde de tartıştığımız bu konu çok ufak kalır.
Neticede askeri vesayetin güçlü olduğu dönemlerde bu ülkenin Güneydoğusunda devlet eliyle 3000’den fazla köy boşaltıldı. Köyler tek tek yakıldı. İnsanların evleri yerle bir edildi. Yüzbinlerce insan evlerinden yurtlarında söküldü. Huzurları kaçırıldı. Gelecek umutları ve hayatları karartıldı. Bugün AKP hükümetinin elinde benzer refleksler vermeye başlayan devlet aygıtının eğitimde rekabet ve fırsat eşitliği adına milyonlarca insana hizmet veren,  on binlerce insana ekmek kapısı olan hür teşebbüs ürünü dershaneleri kapatması 1980’li, 1990’lı yıllarda yaşanan köy yakmalarıyla mukayese bile edilemeyecek bir zulüm niteliğinde. Çok büyük bir zulüm ama köyler yakmak, evler yıkmak kadar da büyük bir zulüm değil elbette.
Ama asıl tartışmamız gereken konu bu da değil. Esas konu, demokratikleşme ve sivilleşme diye yola çıkan bir siyasal kadronun nasıl olup da bugün o bilindik eski Kemalist devletin reflekslerini sergilemeye başladığıdır. Dahası asıl tartışmamız gereken konu, baskıcı devletle hep sorunlar yaşamış muhafazakar kadroların, nasıl olup da bugün, ellerine geçirdikleri devlet gücünü daha düne kadar  mücadele ettikleri Kemalist-Militarist devletten çok daha hoyratça ve sınırsızca kullanma eğilimine girdikleridir.
Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, katıldığı bir televizyon programında dershanelerin kapatılması konusunun 1980’den beri gündemde olduğu söylüyor. Doğru 1982’de 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ürünü olan ara rejim hükümetinin gündeminde bu konu yer almış. Ondan sonra ise devasa eğitim sorunlarının arasında, tüm bu sorunların bir sonucu ve bir nebze olsun çözümü olan dershaneler, bir daha da gündeme getirilmemiş. Belli ki elindeki devlet gücünün kendisine verdiği pervasızlıkla Başbakan Erdoğan, askeri darbe hükümetinin bile kapatamadığı dershaneleri bugün kapatmayı iyice kafasına koymuş.
Peki, kafasına koymuşsa kapatır mı? Neden kapatmasın! Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, pazartesi günü kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada hükümetin konunun paydaşlarıyla bir kez daha görüşeceğini söyleyerek “içinizi ferah tutun” dese de, Arınç’ı bir kez daha “yalancı” durumuna düşürmek pahasına Başbakan Erdoğan’ın “kapatacağız” açıklaması bu konudaki kararlığını göstermeye yetmez mi?
Elbette demokrasinin asgari vasatının olduğu herhangi bir ülkede bu kararlılığın, değil milyonlarca insanı yakından ilgilendiren bir konuda, en ufak bir toplumsal meselede bile yetmemesi lazım gelir. Bizdeyse durum farklı, sonucun ne olacağını hep birlikte bekleyip göreceğiz. Bu vesileyle Bakanlar Kurulu’nun tek tek her üyesinin o kuruldaki gerçek konumunu da görmüş olacağız. Meclis’teki her vekilin gerçekten hala halkın vekilleri mi olduklarının, yoksa halkı temsil kabiliyetlerinden tamamen soyunup birer emir kullarına mı dönüştüklerinin tarihi bir testi de olacak bu süreç.
Hiç şüpheniz olmasın ki, arz-talep ilişkisi içerisinde ortaya çıkmış olsa da, topluma ve eğitime faydalı işlere imza atan dershaneleri kapatma inadını anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük çekenler sadece sıradan halk değil. Azıcık vicdanı olan hiç kimse bu dayatmada ne adalet, ne de mantık görebiliyor. Geçtiğimiz günlerde dershaneler konusunu ele alan CNN Türk televizyonundaki 5N1K programında programın ev sahibi Cüneyt Özdemir’in, dershanelerin kapatılmasını savunacak siyasi ya da sivil bir konuk bulamadıklarını söylemesi Başbakan Erdoğan’ın şahsen aldığı pozisyonun haksızlığını gözler önüne sermeye fazlasıyla yeter. Ama kim bilir belki önümüzdeki günlerde, ikna odalarından geçirilerek medyanın kullanımına amade hale getirilen bazı siyasilerle de karşılaşabiliriz.
Eğitim açısından, pedagoji açısından, ekonominin arz-talep ilişkisi ve demokrasilerin hür teşebbüs ilkeleri açısından ve topluma total fayda-zarar denklemindeki yeri açısından dershanelerin kapatılmasının gerçekten de savunulacak mantıklı ve vicdani bir yolu olduğunu sanmıyorum. Türkiye’nin onca köklü sorunu yerli yerinde duruyorken, dershanelerin var olmasına da yol açan devasa eğitim sorunları gençlerin hayatını karartmaya devam ederken Başbakan Erdoğan’ın dershanelerin kapatılması konusundaki ısrarını makul gerekçelerle savunabilmek gerçekten imkansız. Öyleyse Sayın Başbakan savunulması bu kadar zor olan bir şeyi yapmakta neden bu kadar istekli, neden bu kadar kararlı ve pervasız?..
Ne yazık ki bu can alıcı sorunun cevabının ne eğitimle, ne ekonomiyle, ne de sosyal fayda-zarar denklemiyle herhangi bir ilişkisi bulunmuyor. Artık kendisini iyice devlet yerine koyan Başbakan Erdoğan ve çevresindekiler, anti-demokratik devletin geleneksel arızalarını düzeltmek yerine, arızalı o yapının bir parçası haline gelmiş gibi görünüyor. Ve yine ne yazık ki, devleti tek güç, toplumsal kesimleri ise bu güce mutlak itaat etmesi gereken acınası kullar olarak görüyor. Devletin bu canavarca gücüne karşı sivil kalarak kendi varlığını sürdürmeye çalışan her kesim, oluşum ya da meşru toplumsal yapıya karşı umarsızca savaş ilan ediyor.
Onun için sorun dershane sorunu ya da özünde bir hür teşebbüs sorunu değil. Tüm bunlar çok daha büyük bir sorunun sadece birer küçük yansımalarından ibaret. Asıl meseleyi tek tek her birimizin kaderini bir avuç insanın hüküm ferma olduğu devlet aygıtına tamamen teslim edip etmeyeceği oluşturuyor. Yani tartışmamız gereken asıl konu, bu halkın her kesimine çok büyük acılar yaşatmış olan devletin yetki ve sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğinin tayini sorunudur. Yani sorun bir insan hakları, temel özgürlükler, demokrasi ve hukuk sorunudur. Bu toplum ne yapıp edip bu hayati sorunun üstesinden elbirliğiyle gelemezse şayet, belki biraz karamsar olacak ama, hepimize geçmiş olsun!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder