Son dönemde Türkiye umut
veren güzel gelişmeler arasında tuhaf gelişmelerin yaşandığı, büyük bir
iyimserlikle karşılanan tarihi adımlarla ciddi karamsarlıklara yol açan netameli
tabloların iç içe geçtiği bir ülke görüntüsü veriyor.
Mesela, bir taraftan en
az yüzyıldır tabu kabul edilen dünün sıkıntılı konuları bugün rahatça konuşulabiliyorken,
diğer taraftan en küçük iktidar eleştirisi bile eleştiride bulunanlar için
büyük sıkıntılara yol açabiliyor. Yine bir taraftan onlarca yıldır çözümsüz
bırakılmış sorunlar çözüm sürecine sokulurken, dün sorun olarak anılmayan bazı
alanlar yeni ve ciddi sorunların velud kuluçkaları haline getirilebiliyor. Bu karmaşık
tablo karşısında 12 yıldır AKP iktidarı yönetimindeki Türkiye’nin fotoğrafını uzaktan
çekmeye çalışanların eminim ki kafaları iyice karışıyordur. Bir taraftan
ekonomik, sosyal ve siyasal alanda asla görmezden gelinemeyecek doğru yönde atılan
önemli adımlar, diğer taraftan bu adımlarla aynı paralelde ve istikamette
seyretmeyen bazı temel özgürlük alanlarındaki çok ciddi sorunlar.
Özgürlükçü ve çoğulcu
demokrasilerin olmazsa olmazı basın özgürlüğü alanındaki baskılar ve
ihlaller, Sayıştay’ın fiilen işlevsiz kılınarak kamu harcamalarının büyük
ölçüde denetimsiz bırakılması, insanların özel hayatlarına ve yaşam tarzlarına müdahale
şeklinde algılanabilecek söylem ve eylemler ya da insanların mahremiyetine
saygısızlık, çevresel etkilerinden dolayı şehirleşme politikaları ve mega
projeler gibi toplumun tamamını ilgilendiren konularda toplumun büyük bir
kesiminin tepki, eleştiri ve hassasiyetlerine gösterilen duyarsızlık sanırım bu
sorunlu alanların başında geliyor.
Ne yazık ki Türkiye,
bir yandan denetim, şeffaflık ve hesap verebilirliğe kıymet veren bir demokratik
ülke için olmazsa olmazlardan olan kamu denetiminden hızla uzaklaşırken, aynı
hızla insanların özel hayatını denetim altına almaya çalışan tuhaf bir ülke
görüntüsü veriyor. Mesela, vatandaşların ödediği vergilerden oluşan kamu
bütçesinin hükümet ve devlet kurumları tarafından nasıl kullanıldığının halk
adına denetiminden sorumlu Sayıştay gibi kurumlar son iki yıldır demokratik
denetim işlevini göremez hale getiriliyor. Bunun yanı sıra apar topar çıkarılan
bir yasa ile kamu ihalelerindeki yolsuzluklara dair ceza indirimine gidilmesi demokratik
rejimin şeffaflık ve hesap verebilirlik kriterlerinin iyice erozyona uğradığı
gibi bir sakil görüntüye yol açıyor.
İşte bu şartlar altında
önümüzdeki günlerde Parlamento, hangi paranın ne kadarının nereye ve ne amaçla
harcandığını tam olarak bilemeden 2012 yılı bütçesini ibra ederek 2014 yılı bütçesini
görüşmeye başlayacak. Tıpkı geçtiğimiz yıl 2011 yılı bütçesinin hükümet
organları, hükümet kontrolündeki devlet kurumları ve kamu görevlileri
tarafından nasıl kullanıldığına dair kayda değer bir rapor sunulmadığı gibi, bu
yıl da Sayıştay kamu bütçesinin nasıl harcandığı konusunda güvenilir bir
raporlama yapmakta fiilen aciz bırakıldı. Onun içindir ki, Parlamento Plan ve
Bütçe Komisyonu’nda 2014 bütçesi görüşülürken Sayıştay raporlarının eksik
geldiğini savunan bazı milletvekilleri Pazartesi günü durumu protesto ederek komisyonu
terk etmek durumunda kaldılar.
Sayıştay’ın sözüm ona denetlediği
146 kurumla ilgili olarak Parlamento’ya gönderdiği raporunun ilgili
kısımlarının, çıkarılan yasa ve mevzuatların denetçilerin elini kolunu
bağlamasından dolayı, sıklıkla “Gerekli
mali raporlar, tablo ve bilgiler sağlanamadığı için görüş bildirilememektedir”
cümlesiyle bitiyor olması durumun vahametini gözler önüne yeterince seriyor. Sadece
bu ifadeye bakmak bile Sayıştay’ın gerekli denetimi yapamadığını ve doğru
dürüst rapor hazırlayamadığını savunan muhalif vekilleri haklı çıkarmaya yeter.
Kaldı ki bu yaklaşıma bazı iktidar vekillerinin bile hak vermesi vahametin
boyutunu göstermektedir.
Oysa her kesimin
desteğiyle 2010 yılında çıkarılan derli toplu Sayıştay yasası şeffaflık ve
denetim açısından büyük bir ilerleme olarak değerlendirilmişti. Bu reform hem
içerden insanların, hem uluslararası kurumların övgüsüne mazhar olmuştu. Ne
yazık ki daha sonra bu düzgün yasada yapılan bazı tuhaf değişikliklerle kamu
kurumları ve kamu harcamaları büyük ölçüde fiilen denetlenemez hale getirildi. Doğal
olarak bu geriye gidiş bütün demokratik çevrelerde büyük bir tepkiyle
karşılandı. Bu yıl AB İlerleme Raporu’nda da en güçlü eleştirilerin hedefini Sayıştay’ı
çalışamaz hale getiren söz konusu kanunundaki tahrifatlar oluşturdu.
Hükümetin kamu denetimi,
şeffaflık ve hesap verebilirlik konusunda geldiği vahim noktayı sadece Sayıştay’ın
getirildiği bu hazin durum bile çok iyi gözler önüne seriyor. Kamu bütçesi ve kamu
harcamaları konusunda alabildiğine bir denetimsizlik özlemi ile hareket eden
hükümet, diğer icraatlarının da alabildiğine yargı denetiminden muaf tutulması
eğilimini sıklıkla sergilemekte bir sakınca görmüyor. En azından hükümetin icraatlarını
engellediği gerekçesiyle yargı denetiminden sıklıkla şikayet ediyor. Doğrusu bu
eğilimin bir gereği olarak hükümet, denetimsiz ve yargısız bir icranın bazı yasal
ve kurumsal altyapılarını da oluşturmaya çabalıyor.
Kamu denetimi ve
harcamalarının şeffaflığından pek haz etmeyen aynı hükümet sıra insanların özel
hayatına gelince alabildiğine bir denetim ve kontrol canavarına dönüşüyor. Bu
amaçla, hiçbir gerçek demokratik hukuk devletinde benzerine rastlanmayacak
şekilde, mahkeme kararı olmaksızın istihbarat örgütlerine vatandaşların şahsi
bilgilerine erişim hakkını vermek üzere değişik özel ve kamu kuruluşlarıyla
protokoller imzalamasına imkan veriyor. Son olarak üniversite öğrencilerinin
kaldığı evleri gündeme getirdikleri gibi, neredeyse her hafta insanların farklı
yaşam tarzlarını hedef alan yeni söylem ve eylemleriyle tartışma konusu haline
gelen iktidar ve mensupları insanların özel hayatını alabildiğine denetim
altına almayı temel uğraşları haline getirdikleri gibi bir görüntü veriyor.
Gerçek tam olarak bu mudur tartışılabilir, ama oluşturdukları izlenim ve toplumda
sebep oldukları yaygın algı tam olarak budur.
Bu algının hangi
noktalara vardığını MetroPOLL araştırma şirketinin Haziran ayında yayınladığı
bir araştırmanın sonuçları açıkça ortaya koymuştu. O araştırmaya katılan halkın
yüzde 49,9’u AKP hükümetinin giderek daha baskıcı ve otoriter hale geldiğine
inandığını söylemişti. Bunun aksini söyleyenler ise yüzde 36’da kalmış, yüzde
14,1 ise herhangi bir fikir beyan etmek istememişti. Bireylerin yaşam tarzına
hükümetin müdahalesinin arttığını düşünenlerin oranı ise yüzde 54,4’ü
buluyordu, yüzde 40,4’ü bu görüşün tersini düşünürken, yine yüzde 5,2’si cevap
vermemeyi tercih etmişti. Halkın yüzde 53,3’ü Türkiye’de basının özgür
olmadığını söylerken, aksini söyleyenler yüzde 41,1’de kalmış, yüzde 5,6’sı ise
yine cevap vermemişti.
Demokrasiye, insan hak
ve özgürlüklerine hassasiyet gösteren bir vatandaş olarak önümde duran bu
tablodan memnun olduğumu söyleyemeyeceğim. Oluşturdukları bu hazin tablodan hiçbir
rahatsızlık duymayanların ise işleri bildikleri gibi yapmaya devam
edeceklerinden ise en ufak bir şüphe duymuyorum.
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes-330672-unaudited-public-vs-audited-private-life.html
English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes-330672-unaudited-public-vs-audited-private-life.html
Denetimsiz Kamudan denetimli özel hayata yolculuk.Aslında bu hep vardı.Ak parti iktidarından önce de sözde denetimli kamu(yolsuzlukla dolu kamu)-sözde denetimsiz özel hayat.Mensubu bulunduğunuz yayın çevresine yakınlık duyanların hayatları denetimli değil miydi?Atatürk Selanikte gördüğü ''SözdeBatılılar”gibi“nesiller'' yetiştirmek ister,
YanıtlaSilErdoğan Kasımpaşada gördüğü gibi “dindar nesiller” yetiştirmek ister,Milyonlarca Kürt Apo’ya “irademiz” diyerek kendi iradesinden nesil ister.Ülkemizde 80 yıl Kemalist gençlik,Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı gençlik,kemalist hayat,Atatürk milliyetçiliği vs... diye diye insanlara dikta edenlerin yerini şimdi.Bu söylemlere karşı çıkan ama kendi söylemlerini insanlara dikta eden DİNDAR TEK ADAM zihniyeti mi alıyor?İnsanların birbirlerine baskı kurmasını engelleyecek devlet anlayışı ne zaman gelecek.Kemalist şekilci devletin başka türlü bir halini yaşamıyor muyuz?Bizler kemalizm'in yükünden kurtuluyoruz derken yeni yükler yüklüyoruz.Ne yazık ki İslam ahlakının örnek alınması,anlatılması gerekirken Ak Gençlik,Ak Nesil...diyerek parti ahlakı ile yetiştirilen,yetiştirilmeye çalışılan bir nesil ile de karşı karşıyayız.
Güzel bir yazı, ellerinize sağlık.
YanıtlaSilİçişleri Bakanı bir açıklama yapıyor ve diyor ki " Söz konusu oluşumlar üniversite kayıt dönemlerinde stant açarak broşür dağıtarak kendilerine yönlendirme çabasında olduklarını görüyoruz."
YanıtlaSilSizlere karşılaştığım bir durumu anlatayım; bu sene kardeşimi üniversiteye kaydettirmek için Aydın'a gittim. İlk etapta şunu söyleyeyim; bu broşür dağıtma durumu otogarda otobüsden inmenizle başlayan bir durum. Kısacası aleni ve üniversite sınırları gibi yarı kapalı bir mekanda da değil.Yurt-Kur çıkmadığı için özel yurtlara bakmaya karar vermiştik. Gerek Aydın'a gelmeden önce internetten gerekse Aydın'a inmemiz sonrası edindiğimiz broşürlerden ve tavsiyelerden yola çıkarak yurtları olabildiğince gezdik. Sözü çok uzatmadan, ortada şöyle bir söylemin dolaştığına şahit oldum. " Bakın, bizim yurdumuz ( apartımız ) milli eğitimden onaylı, diğer yurtlar onaylı olmadığı için yılın ortasında kapanır ve mağdur duruma düşersiniz." Bu söylemin sebebi her ne kadar müşteri çekmeye dönük olduğunu söyleyebilirsek de, benim ilk dikkatimi çeken; bu söylentiye hiç şaşırmamam ve bu durumun olabilirliğini olağan karşılamam, oldu. Düşünebiliyor musunuz, bu vahim algı durumunu ! Bir de bu söylentinin gerçek olduğunu düşünelim; nasıl bir devlet, şehirleri, ilçeleri yöneten mülkü idareler vardır ki bu ülkede, alenen insanlar kandırılmakta ve devlet denilen yapı buna duyarsız kalmaktadır. Şimdi düşünelim, bu devletin duyarsız kaldığı konuları ve soralım; kala kala buna mı kaldınız ?
İçişleri Bakanı bir açıklama yapıyor ve diyor ki " Söz konusu oluşumlar üniversite kayıt dönemlerinde stant açarak broşür dağıtarak kendilerine yönlendirme çabasında olduklarını görüyoruz."
YanıtlaSilSizlere karşılaştığım bir durumu anlatayım; bu sene kardeşimi üniversiteye kaydettirmek için Aydın'a gittim. İlk etapta şunu söyleyeyim; bu broşür dağıtma durumu otogarda otobüsden inmenizle başlayan bir durum. Kısacası aleni ve üniversite sınırları gibi yarı kapalı bir mekan da değil.Yurt-Kur çıkmadığı için özel yurtlara bakmaya karar vermiştik. Gerek Aydın'a gelmeden önce internetten gerekse Aydın'a inmemiz sonrası edindiğimiz broşürlerden ve tavsiyelerden yola çıkarak yurtları olabildiğince gezdik. Sözü çok uzatmadan, ortada şöyle bir söylemin dolaştığına şahit oldum. " Bakın, bizim yurdumuz ( apartımız ) milli eğitimden onaylı, diğer yurtlar onaylı olmadığı için yılın ortasında kapanır ve mağdur duruma düşersiniz." Bu söylemin sebebi her ne kadar müşteri çekmeye dönük olduğunu söyleyebilirsek de, benim ilk dikkatimi çeken; benim bu söylentiye hiç şaşırmamam ve bu durumun olabilirliğini olağan karşılamam, oldu. Düşünebiliyor musunuz, bu vahim algı durumunu ! Bir de bu söylentinin gerçek olduğunu düşünelim; nasıl bir devlet, şehirleri, ilçeleri yöneten mülkü idareler vardır ki bu ülkede, alenen insanları kandırmakta ve devlet denilen yapı buna duyarsız kalmaktadır. Şimdi düşünelim devletin kayıtsız kaldığı konuları ve soralım; kala kala buna mı kaldınız ?
( Biz canbaza bakarken cebimizden çalınan nedir ? )