30 Ocak 2014 Perşembe

‘Paralel devlet’ ve ‘milli irade hırsızları’


Son dönemdeki gelişmelerle “ileri demokrasi” palavrası da, “güçlü ekonomi” masalı da maalesef öldü. Ama “paralel devlet” ile “milli irade hırsızları” dimdik ayakta. Sakin olun! Hemen telaş etmeyin! Önce “paralel devlet” ve “milli irade hırsızlığı” argümanlarının mucitleriyle aynı şeyi mi söylüyorum azıcık sabır gösterin ve yazacaklarımı bir okuyun…
Bir örgütlenme modeli olarak devletleri suç, çıkar ve terör örgütlerinden ayıran şey meşruiyetidir. Demokrasi ile yönetilen rejimlerde devlete meşruiyet kazandıran ilk şey, devlet kurumlarını yöneten iradenin halkın iradesinin tecellisi niteliğinde olmasıdır. İkincisi ise halk tarafından göreve getirilen bu iradenin tüm eylem ve işlemlerinin hukuk çerçevesinde olması ve adalet ilkesinden asla sapmayacak şekilde hukuka dayanmasıdır. Şimdi son dönemde yaşadığımız olayların analizini bu zaviyeden şöyle bir yapalım.
Herkesin bildiği gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk skandalının patlak verdiği 17 Aralık 2013 tarihinden bu yana, “en iyi savunma saldırıdır” mantığıyla hareket ediyor. Bugüne kadar adı hiçbir suça ya da gayri meşru eyleme bulaşmamış Hizmet Hareketi’ne gönül vermiş masum insanları, yolsuzluk soruşturmalarının arkasındaki güç olarak algılıyor ve devlet içinde ayrı bir devlet niteliğinde hareket eden bir “paralel devlet” olmakla itham ediyor.
Ne enteresandır ki, milyonlarca insanı rencide edecek şekilde “paralel devlet” iftirasının gündeme getirilmesinin üzerinden neredeyse 1,5 ay geçmesine rağmen, ortaya ne somut bir delil konabilmiş, ne de bu iddialar hakkında herhangi bir soruşturma açılabilmiş değil. Buna rağmen, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere hükümet üyeleri katıldıkları her TV programında, verdikleri her demeçte ve her mitingde durmaksızın ve giderek dozu yükselterek “paralel devlet” iftirasını dillendirmeye devam ediyorlar. Üstelik sadece bu insafsız, temelsiz, kof ve hoyrat iftirayla da yetinmiyorlar. Eğitim merkezli insani faaliyetleri 160 ülkeye ulaşmış bir büyük sivil toplum hareketinin gönüllülerine “çete”, “suç örgütü” olmak iftirasını atıyorlar. Bununla da tatmin olmuyor olmalılar ki, insanlık tarihinin belki de en insancıl ve en barışçıl sivil toplum gönüllülerini olabilecek en aşağılık suçlamayla, yani “Haşhaşi” olmakla itham ediyolar. Bu itham ve iftiraların elbette ki kısa ve uzun vadeli sonuçları olacaktır. Ümit ediyorum ki, özellikle ilk seçim sandığına yansıyacak bu muhtemel sonuçlardan gırtlağına kadar yolsuzluk ve hırsızlığa bulaştıkları iddia edilen iktidar çevreleri pek memnun kalmayacaklardır.
Yukarıda da belirttiğim gibi devleti devlet yapan dayandığı demokratik meşruiyet ve eylemlerinin cari hukuka bağlılığıdır. Hükümet üyelerinin de adının karıştığı yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlükleri araştıran savcılar ve savcıların hukuk çerçevesindeki emirleriyle hareket eden polis yetkililerinin hukuk dışı hareket ettiğine dair bugüne kadar ortaya konulmuş herhangi bir somut delil bulunmuyor. İşte tam da hukukun; ve demokratik hukuk devleti olarak tanımlanan rejimlere ruh veren şeffaflık, hesap verebilirlik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin gereğini yapan bu kamu görevlileri Başbakan Erdoğan ve ekürisi tarafından pervasızca “paralel devlet” olmakla itham ediliyorlar. Oysa görevlerini icra ederken hukuk ve demokrasinin gereğini yerine getirenlerin hukuk dışı ya da keyfi herhangi bir eylemi söz konusu değilken, son 1,5 aydır hükümetin pek çok eylem ve tasarrufunun keyfi, hukuk dışı ve gayri meşru olduğuna dair tonlarca delil ve emare bulunuyor.
Şimdi birinci soru şu: Hukuk çerçevesinde hareket eden, sadece ve sadece hukukun kendilerine verdiği sorumluluğu yerine getiren, bu sorumluluğu yerine getirirken de yetki ve gücünü yine hukuktan alan savcı, hakim ve polis amirlerinin “paralel devlet” olduğunu kim, nasıl iddia edebilir?
İkinci ve daha vahim soru ise şu: Her ne kadar halktan aldıkları oyla iktidara gelmiş olsalar da bir siyasal kadro, şayet siyasal rejime demokratik hukuk devleti karakterini kazandıran güçler ayrılığı ilkesini hiçe sayıp meşru demokratik sistemin kontrol ve denge mekanizmalarını işlemez hale getiriyorsa; hiçbir kural, kanun, norm, ahlak ve teamül tanımaksızın alabildiğine keyfi hareket ediyorsa; “paralel devlet”, “çete”, “Haşaşi”, “in” ve benzeri iftiralarla dolu suçlamalar eşliğinde masuniyet ilkesini hiçe sayıp binlerce polis yetkilisi ve memurunu, yüzlerce yargı mensubunu görülmedik bir yargısız infaza tabi tutarak yerinden ediyorsa; ancak Ortaçağ’ın hukuksuz derebeylikleriyle mukayese edilebilecek kaba kuvvete başvurarak ve hukuka aykırı hoyrat yöntemler kullanarak yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık soruşturmalarının üstünü örtüp, delilleri karartma yoluna gidiyorsa “paralel devlet” olarak anılmayı asıl bu siyasal kadro hak etmez mi?
 Meşru demokratik devleti devlet yapan şayet hukuk ve demokratik kurallarsa, bu devletin kurumlarını kullanma kılavuzu ve hatta ruhu niteliğindeki hukukunun gereğine göre hareket edenler midir “paralel devlet”,  yoksa yöneten ya da yönetilen ayırt etmeksizin herkesi bağlaması gereken bu cari hukuk dışında “fetvalarla”, dinen de hukuken de tartışmalı “dini cevazlarla” mevcut hukuk düzeninin dışında ve belki de  hukuk düzeninin aleyhine olacak şekilde keyfi hareket edenler midir “paralel devlet” ithamını hak edenler? Bu hayati sorunun cevabı bana göre çok açık. Ama sizin vereceğiniz cevap tamamen sizin vicdanlarınıza kalmış!
Bir de tabi kendi adıyla birlikte bazı yakınlarının, başında bulunduğu hükümetin bazı üyelerinin ve kendisine yakın bazı bürokratların adları yolsuzluk, usulsüzlük, kayırmacılık, rüşvetle anılan, yani özetle kendisi ve çevresindekiler bir nevi hırsızlıkla suçlanan Başbakan Erdoğan, yolsuzluk soruşturmalarını hükümetine karşı girişilmiş bir darbe olarak nitelendiriyor. Yetinmiyor sıklıkla “Asıl hırsızlık nedir biliyor musunuz?” diye soruyor ve kendisi cevaplıyor “Millet iradesini çalan hırsızlıktır.” Başbakan Erdoğan bu söylemi son dönemde çok sık tekrarlıyor. Belli ki bu söyleme çok inanıyor… Yine şaşıracaksınız belki ama Başbakan Erdoğan bu argümanında da haklı. Çünkü “millet iradesini çalan hırsızlar”ın olduğunu en iyi kendisi biliyor. Açıklayayım…
Başbakan Erdoğan, bugüne kadar girdiği her seçimi partisinin oylarını artırarak kazanan bir siyasetçi oldu. Bu başarısında hiç şüphesiz parti programında ve seçim programlarında vaat ettiklerini gücü yettiğince yerine getirmenin etkisi büyük oldu. O dönemlerde pek çok farklı kesimden insanlar da demokratikleşme reformlarına destek oldu. Yeni sorum şu: Peki Başbakan Erdoğan, son seçimlerde vaat ettiklerini şimdi ne kadar yerine getiriyor? Partisinin seçim manifestosunda vaat ettiklerini mi, yoksa bunların tam tersini ya da hiç alakası olmayan şeyleri mi yapmakla meşgul?
Mesela Başbakan Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi halktan oy isterken, 12 Eylül 2010 anayasa referandumu sayesinde demokratikleştirilen yüksek yargı sistemini eskisinden daha hukuksuz ve anti-demokratik hale getireceğim demişti de bizim mi haberimiz olmadı? Mesela, şeffaflık ve hesap verebilirlik Türkiye’ye göre değil deyip, Sayıştay’la birlikte tüm denetim mekanizmalarını devre dışı bırakmayı mı vaat etmişti? Ya da daha henüz 6 ay önce değiştirilen şike yasasından dolayı ceza alacak yakınlarını korumak için alelacele bu yasayı yeniden değiştirmeyi vaat ettiğini hatırlayanınız var mı? Peki, eğitimde 4+4+4 sistemi ve özel dershaneleri kapatma benzeri vaatlerini ne zaman dile getirdi? Yandaş işadamlarına verilecek kamu ihalelerinin niteliğine göre kamu ihalesi kanununda sürekli değişiklik yapmak da vaatleri arasında var mıydı? Bununla da yetinmeyip kamu ihalelerinde yolsuzluk ya da usulsüzlüklere dair kanunda değişiklikler yaparak radikal ceza indirimlerini de vaat etmiş miydi? Güçler ayrılığını hiçe sayacağına, yargıyı işlemez hale getireceğine, keyfi kararlarla devleti otoriter bir aşiret devletine dönüştüreceğine dair vaatlerini hatırlıyor musunuz? Ya da herkes için bağlayıcı olan cari hukuk yerine özellikle akçeli işlerde bazı din adamlarının vereceği dinen, hukuken ve ahlaken tartışmalı fetvalara göre hareket edeceğini de söylemiş miydi? Ya peki meydan meydan dolaşarak bağıra bağıra dile getirdiği demokratik bir anayasa yapma vaadinin gerekleri nerede?
Herhalde bugünlerde yapılabilecek en kolay şey Başbakan Erdoğan’ın vaat ettiği halde gerçekleştirmediği, seçimler öncesinde hiç gündeme getirmediği halde bugün tüm gücüyle gerçekleştirmeye çalıştığı şeylerin listesini yapmak olsa gerektir. Halka daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk, daha fazla özgürlük, daha fazla şeffaflık ve hesap verebilirlik, yeni bir anayasa ve AB uyum sürecine hız vermeyi vaat ederek oy istemek ve istediğini halktan güçlü bir şekilde almak… Ama vaat ettiklerini gerçekleştirmek yerine otoriter ve keyfi bir yönetim sergileyerek demokrasi ve hukukla bağdaşmayan anakronistik hayaller peşinde koşmak… Allah aşkına asıl “milli irade hırsızlığı” ve “milli iradenin aldatılması” bunlar değildir de nedir!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder