Artık iyice ortaya
çıktı ki Türkiye’de insanların, toplumsal kesimlerin ve siyasî oluşumların
İslam’la olan ilişkilerini anlamadan, Türk siyasetinin bugününü ve gelecekte
nasıl şekil alacağını derli toplu anlayamayacağız. Öyleyse İslam ile
siyaset/toplum/devlet ilişkisi konusunda son dönemde öne çıkan iki farklı
anlayışın ayırt edici özelliklerinin altını çizmenin vakti geldi.
Türkiye’de genel anlamda İslam dinini referans
alan iki ana akım olduğunu söyleyebiliriz. İlk olarak tamamıyla Anadolu
toprakları üzerinde neşet etmiş, Osmanlı’nın mirası olan çok kültürlülük,
kuşatıcılık ve farklılıklar arasında hoşgörü anlayışından beslenmiş,
dahası yüzlerce yıllık tarihin filtresinden süzülerek iyice özümsenmiş bir
ılımlılığı esas almış, devlet ve benzeri topluma tahakküm unsurlarını değil
sivil toplumu, bireyi ve evrensel ortak iyiliği esas almış yerli bir İslam
anlayışının bugünkü temsilcilerinden bahsedebiliriz. Genel bir ifadeyle “İslamî
(Islamic)” diyebileceğimiz bu toplumsal, sosyolojik dinamiklerin sufizmi de
içerecek şekilde cemaatler, tarikatlar ve sivil toplum hareketleri şeklinde var
olduklarının altını çizebiliriz.
İkinci kategoriyi ise, Batılı devletler
tarafından işgal edilerek sömürgeleştirilen Hindistan, Pakistan, Mısır, Kuzey
Afrika gibi İslam coğrafyalarında Batı’ya reaksiyon olarak ortaya çıkmış
siyasal İslamcı hareketlerden beslenen Türkiye’deki İslamcı hareketler
oluşturmaktadır. İdeolojik/entelektüel beslenme kaynakları ithal/tercüme olan
ve genel bir ifadeyle “İslamcı (Islamist)” diyebileceğimiz bu hareketlerin
kendilerini sosyal ve sivil birer hareket olarak değil, idealize ettikleri
siyasal hedeflerle tanımladıkları görülmektedir. Siyasal İslamcı hareketler,
sivil alanda birey ve toplumu hedef almaktan ziyade doğrudan devleti ele
geçirmeyi hedeflemektedirler. Bu sayede devletin baskıcı gücünü kullanarak
inandıkları değerleri tepeden inmeci bir şekilde topluma empoze etme
arayışındadırlar. Siyasal İslamcılar için kendi anlayışları dışında bir anlayışın
hakim olduğu bir devlet dünyada karşılaşılabilecek en büyük felaket, yok
edilmesi gereken bir deccal ya da tağut iken, aynı zamanda aynı devlet, erişmek
ve ele geçirmek istedikleri ve ele geçirdikten sonra da büyük kutsallık
atfedecekleri en büyük idealleridir de.
Şu an Türkiye’de en geniş tabanlı temsilciliğini
Hizmet Hareketi’nin yaptığı sivil, hoşgörülü ve kuşatıcı İslamî anlayışla,
geleneksel olarak Milli Görüş’te karşılığını ve sosyo-politik görünürlüğünü
bulan siyasal İslamcı anlayış, tarihleri boyunca hep birbirleriyle çakışmayan
paralel rotalarda yol almışlardır. Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi,
Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi, Has Parti ve son dönemde kısmen
AKP bu siyasal İslamcı geleneği temsil eden siyasal oluşumlar olarak ortaya
çıkmıştır. Yasal ve meşru zemin dışında siyasal İslamcı anlayışın şiddete
eğilimli, devrimci, illegal, marjinal yapılanmaları da olmuştur. İBDA-C,
Hizbullah ve benzeri radikal İslamcı örgütler yer yer teröre varan bu tarzın
örneklerindendir. Siyasal İslamcı anlayışın tam tersine geleneksel ılımlı
İslamî anlayışın en belirleyici özelliğini devrimcilikten, radikallikten,
marjinallikten ve şiddetten hep uzak durması oluşturmuştur.
Bir ideoloji olarak ortaya çıkan siyasal
İslamcılığın entelektüel beslenme kaynaklarının daha ziyade Türkiye dışındaki
İslamcı hareketlerin önde gelenlerinin eserlerinin tercümesiyle oluşturulduğu
görülmektedir. Elbette ki zaman içerisinde kendi özgün ve yerli fikrî
kaynaklarını da oluşturmaya başlamış ya da geleneksel İslamî düşünürlerin bazı
eserlerinden etkilenmişlerdir. Ancak siyasal İslamcı hareketler en çok
Pakistan’da radikal fikir ve eylemleriyle tanınan Cemaat-i İslamiyye’nin
kurucularından Seyyid Ebu’l-A’lâ el-Mevdudî’den ya da Mısır’da kurulan İhvan-ı
Müslimîn’in fikir önderlerinden Hasan el-Benna ve daha çok da Seyit Kutub’un
eserlerinden etkilenmişlerdir.
Anadolu dışından taşınan bu siyasal İslamcı
kaynaklara daha sonraları İran’ın devrimci kitapları da eklenmiş ve bu eklenme
siyasal İslamcı hareketi daha devrimci ve radikal olma yönünde olumsuz
etkilemiştir. Ali Şeriati, Ruhullah Musavi Humeyni, Hüseyin Ali Muntazeri ve
benzeri İranlı fikir ve devrimci din adamlarının eserleri, 1979 İran Devrimi
sonrasında Türkiye’deki siyasal İslamcı akımlar üzerinde büyük tesir icra
etmiştir. Hatta bazı siyasal İslamcı hareketler tarafından İran Devrimi bir rol
model olarak örnek alınmıştır.
Mevdudi, Kutub ve daha sonra devrimci İran
mollalarının tercüme eserlerinin radikalleştirici etkisinin pan-zehiri ise, ne
enteresandır ki Bediüzzaman Said-i Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Abdülhakîm
Arvasi, Hüseyin Hilmi Işık, Mehmed Zahid Kotku gibi Anadolu’da neşet etmiş ve
Mevlânâ, Yunus Emre geleneğini devam ettirmiş olan din alimlerinin ve fikir
adamlarının fikirlerinden ve geleneksel tarikat ve sufizm ekollerinden beslenen
sivil İslamî oluşumlar olmuştur. 1970’lerden itibaren ise fikren Anadolu
dışından beslenen siyasal İslamcı hareketlere karşı geleneksel ve yerli İslamî
yaklaşımın güçlü bir unsuru olarak Fethullah Gülen Hocaefendi’nin öncülük
ettiği, bugün adına Hizmet Hareketi dediğimiz, sosyal hareket görünürlük
kazanmıştır.
Hizmet Hareketi, tıpkı geleneğini devam ettirdiği
Bediüzzaman Said Nursi’nin yaptığı gibi radikal İslamcı hareketler kadar,
siyasal İslamcı hareketlere de hep mesafeli durmuştur. Bu mesafeyi hasmane ve
rekabetçi bir tutumdan ziyade, sadece uzak durma şeklinde tanımlamak doğru
olacaktır. Bu anlamda Hizmet Hareketi, sosyal açıdan görünürlük kazandığı ilk
günden itibaren, siyasal İslamcılığın Türkiye’deki temsilcisi durumundaki
İslamcı-siyasî oluşumlara hep şüpheyle yaklaşmıştır. Mesela, siyasal
İslamcılığın çatı yapısı niteliğindeki Necmettin Erbakan’ın sürekli
kapatıldıkları için farklı isimlerle yeniden kurulan hiçbir partisine destek
vermemiştir. Bunun yerine Gülen’in takipçileri, özgür iradeleriyle kendilerine
uygun ve yakın buldukları merkez partilere oy ve destek vermeyi tercih
etmişlerdir. Üstelik bu tercih hiçbir zaman partizanlık düzeyinde olmamıştır.
Bu destekler daha ziyade demokratikleşme, sivilleşme, şeffaflık, hesap
verebilirlik, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve istikrar vaat etme
konusunda daha öne çıkan ve inandırıcı bulunan siyasal partilere politika bazlı
verilen destekler niteliğinde olmuştur.
Siyasal İslamcılık ile hoşgörülü sivil İslamî
anlayıştaki Hizmet Hareketi, kendi paralel rotalarında yol alırken yollarının
2000’li yılların başında, tarihlerinde ilk kez olmak üzere kesiştiğini
görmekteyiz. Daha doğrusu Hizmet Hareketi o güne kadar olageldiği şekilde kendi
rotasında devam ederken, siyasal İslamcı gelenekten gelmekle birlikte bu mirası
reddettiğini, köklü şekilde değiştiğini ve hatta “Milli Görüş gömleğini
çıkardığını” söyleyen AKP, merkeze ve doğal olarak Hizmet Hareketi’nin izlediği
rotaya yaklaşmıştır. Hatta süreç içerisinde yer yer bu iki hareket arasında
örtüşmeler bile olmuştur.
Sivil İslamî çizgisini aynen sürdüren Hizmet
Hareketi, eski Milli Görüşçüler tarafından kurulduğu halde siyasal
İslamcılıktan vazgeçtiği izlenimi veren AKP’nin büyük ihtiyaç duyduğu medya
desteğinin yanı sıra sivil, akademik ve bürokratik insan sermayesini bu yeni
yapılanmanın istifadesine sunmuştur. AKP’nin Hizmet Hareketi’nin rotasıyla
buluşmasının oluşturduğu sinerjiyle Türkiye, AB üyelik süreci manivelasını da
kullanarak, tarihi boyunca görmediği önemde büyük reform ve demokratikleşme
hamleleri gerçekleştirmiş ve militarist vesayetçi yapıları geriletmeyi
başarmıştır. Ancak bu süreç boyunca Hizmet Hareketi hiçbir zaman AKP partizanı
olmamıştır. Sadece inandığı değerler ve demokratik ilkelerle örtüştüğü oranda
AKP’nin reformlarına ve demokratikleştirici politikalarına destek vermekten
çekinmemiştir.
Zaten ne olduysa AKP’nin ilk yola çıktığında
hayal bile etmediği büyük bir başarıya ulaşmasıyla olmuştur. Önce 12 Eylül 2010
anayasa referandumu ile vesayetçi yapıların sökülüp atılması, arkasından yeni
anayasa yapma vaadiyle gidilen 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde yüzde 50 gibi
muazzam oy alması AKP’nin üst kadrolarını ve lideri etrafına kümelenen bir
oligarşik zümreyi farklı bir beklentiye yöneltmiştir. Neticede, artık önlerinde
dengeleyici ve frenleyici gücünü hesap etmek zorunda olacakları hiçbir dinamik
kalmamıştı. Öyleyse yeniden kendi asıllarına ve kökenlerine neden
dönmesinlerdi? Kökenleri itibarıyla yola çıktıkları siyasal İslamcılığın
gereğini neden yapmasınlardı? Ele geçirdikleri devletin karşı konulamaz gücü ve
imkânlarıyla inandıkları doğrular ve değerler çerçevesinde kapsamlı bir toplum
mühendisliğine neden soyunmasınlardı?
2011’deki büyük seçim zaferinden hemen sonra öyle
de yapmaya başladılar. Fikrî kökeni dışarıdan olan siyasal İslamcılık ne
vaz’ediyorsa hepsini gerçekleştirmeye koyuldular. Öncelikle bu toplumu
kafalarındaki ideal topluma dönüştüreceklerdi. Sonra da buradaki dayatmacı
siyasal İslamcılık projesinin başarılarının verdiği güçle İslam dünyasının
lideri olacaklardı. Hesapları buydu ve bunun için daha fazla demokrasiye, daha
nitelikli bir hukuka ya da standartları yükseltilmiş hak ve özgürlüklere değil,
sadece ve sadece daha fazla güce ve iktidara ihtiyaç vardı. Bu yüzden de
AKP’nin ilk iki dönemindekinden çok farklı ve hatta tamamen o dönemdekilere
ters politikalar izlenmeye başlandı. Topluma umut veren demokratikleşme ve
reform süreçleri büyük ölçüde durduruldu. Bununla da yetinilmedi HSYK, Sayıştay
ve diğer yüksek yargı alanlarında hızla geri adımlar atılmaya başlandı. Aynı
şekilde basın, ifade ve toplanma özgürlükleri tırpanlanmaya, illegal
fişlemelerle kendi anlayışlarına tehdit gördükleri her unsuru medyadan ve
bürokrasiden tasfiyeye giriştiler.
Böylece sivil İslamî yaklaşımın en güçlü
temsilcisi Hizmet Hareketi ile, geldiği siyasal İslamcı geleneğe ani bir geri
dönüş yapan AKP’nin yolları yeniden ayrıldı. Aslında, siyasal İslamcı kökten
gelmekle birlikte değiştiğini söyleyerek kendisine paralel bir rotada seyreden
Hizmet Hareketi’ne yaklaşan AKP, yeniden siyasal İslamcılığa dönerek bu rotadan
kendisi uzaklaştı. Kendi aslî yörüngesine hızla geri döndü. Hizmet Hareketi ise
bugün, tıpkı eskiden beri olduğu gibi, hep inandığı ve savunageldiği hoşgörülü,
kuşatıcı, özgürlükçü sivil İslamî anlayışa ve demokratik değerlere sımsıkı
bağlı kalarak yoluna devam etme çabasında.
Evrensel demokratik değerler dünyasında karşılığı da olan Hizmet
Hareketi’nin bu ahlakî ve değer merkezli bağımsız duruşunu büyük bir tehdit
olarak gören AKP ise, hiçbir ilke ve değer tanımaksızın çılgınca ve hoyratça
bir yıkıma girişmiş bulunuyor. Hukuk, demokrasi ve etik değerler açısından
örneği görülmedik bu yıkımı, tüm dünyayla birlikte biz de, büyük bir şaşkınlık
içerisinde izlemeye devam ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder