21 Ocak 2014 Salı

Başbakan Erdoğan’a zor sorular


Başbakan Erdoğan 5 yıllık aradan sonra ilk kez Avrupa Birliği üyelik müzakereleri gündemiyle Brüksel’de bulunuyor. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilere yeniden ivme kazandırma amacıyla çok önceden planlanan bu ziyaret yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile başlayan operasyonlar ve yargıdaki anti-demokratik düzenlemelerin gölgesi altında gerçekleşiyor. Oysa vize muafiyeti sürecinin başlaması ve 22. faslın müzakerelere açılması ile hareketlenmeye başlayan Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılması umuluyordu.
Hiç şüpheniz olmasın ki, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinin geleceğin konusunda,  son zamanlarda Avrupa’da temel hak ve özgürlüklere bağlılığı, demokrasiye inancı, hukuka saygısı ve AB perspektifine sadakati hakkında kendisiyle ilgili derin şüpheler oluşan Başbakan Erdoğan’ın Avrupalı muhataplarının sorularına vereceği cevapların ikna ediciliği belirleyici olacaktır.
Ben de bu yazıda Türkiye-AB ilişkilerinin geldiği noktaya dair karamsar bir analiz yapmak yerine Avrupalı dostların da mutlaka Başbakan Erdoğan’ın ağzından cevabını duymalarını isteyebilecekleri bazı sorulara yer vereceğim. Başbakan Erdoğan’ın Brüksel’deki muhataplarının yerinde olsam şu soruları birbiri peşi sıra dile getirir, öfkelenmeden, kızmadan, tehdit ve hakaret etmeden kendisinden bu sorulara makul ve tutarlı cevaplar vermesini beklerdim. Mesela şunları sorardım:
Suriye’deki zulüm ve katliamdan kaçan yüzbinlerce mülteciye kapılarınızı açmanız ve elinizden geldiğince yardım etmeniz takdire şayan. Ancak, uluslararası ambargo altındaki İran’ın yarı-legal parasını aklama ve transfer etme suretiyle bu rejime “can suyu olmanız” yoluyla İran’ın Suriyeli muhaliflere yönelik katliamına verdiği desteğe yardımcı olduğunuzu düşünüyor musunuz? Öte yandan, Suriyeli muhaliflere her türlü desteği sağlama çabanız da takdire şayan. Ancak yaptığınız bu her türden yardımın doğru ellerde, meşru amaçlarla kullanıldığından ne kadar eminsiniz?
AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten bir ülkenin başbakanı olarak, yürütmenin bir unsuru olarak polisin yargı süreçlerinde doğal amiri durumundaki savcıların ve mahkemelerin talimatlarını yerine getirmeyi reddetmesini demokratik rejimlerin olmazsa olmazı hukuk devleti olma ve hukukun üstünlüğü prensibiyle nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Yürütmenin başı olarak verdiğiniz hukuk dışı talimatlarınıza uymak yerine, hukukun kendilerine verdiği görevleri yerine getiren polis amirleri ve memurlarını hiçbir gerekçe göstermeden keyfi bir şekilde görevden almayı nasıl açıklıyorsunuz?
Savcılık tarafından rüşvet suçundan hakkında Meclis başkanlığına fezleke gönderilen eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in, yolsuzluk skandalının patlak vermesinden sonra görevde kaldığı 8 gün içerisinde oğlu Barış Güler ve kendisi hakkındaki delilleri toplayan bütün polis amirlerini ve polis memurlarını görevden almasının hukuka uygun olup olmadığı konusunda neler söylemek istersiniz?
Bağımsız mahkeme ve savcıların, yani yargının, talimatını yerine getirmeyi reddeden İstanbul Emniyet Müdürü hakkında HSYK Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın soruşturma izni vermemesini, tam tersine yolsuzluk operasyonu yapan savcılar hakkında soruşturma açılması talimatı vermesini hukuk ve demokrasi çerçevesinde nasıl yorumlarsınız?
Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının başladığı 17 Aralık 2013’ten bu yana, sürekli olarak bu operasyonların bir “paralel yapı”, “devlet içinde otonom yapı”, “çete”, “suç örgütü”, “Haşaşiler” gibi sıfatlarla itham ettiğiniz kişilerce yapıldığı iddiasında bulunuyorsunuz. Bu itham ve suçlamalar havalarda uçuşuyorken onlarca savcıyı, yüzlerce emniyet amirini, binlerce polis memurunu ve gene yüzlerce kamu görevlisini görevden alıyorsunuz. Bu görevden almaları hangi delillere dayanarak ve hangi hukuki gerekçeleri kullanarak yapıyorsunuz?
Yaptıkları yolsuzluklara ve aldıkları rüşvetlere dair ortaya çıkan somut delillere rağmen soruşturmada adı geçen şüphelilerin bile masum olabileceğine işaret eden “masuniyet karinesi”ne haklı olarak vurgu yapıyorsunuz. Ama öte yandan, sadece hukuktan kaynaklanan görevlerini yapmakta olan kamu görevlilerini, sert ve haşin üslubunuzla sürekli dillendirdiğiniz bu kadar vahim itham ve yakıştırmalar eşliğinde görevden almanız hiçbir suçu olmayan bu kişilerin hakkını ihlal anlamına gelmiyor mu?
Sanıklar için gözetilen “masuniyet karinesi” ilkesini sıra tek suçları görevlerini yapmak olan kamu görevlilerine gelince neden görmezden geliyorsunuz? Temelsiz zan, en onur kırıcı itham ve iftiralarınızın eşliğinde görevden aldığınız kamu görevlilerini hiçbir delile dayanmaksızın “paralel yapı” veya “çete”nin elemanları olmakla suçlamış ve yargısız bir infazda bulunmuş olmuyor musunuz? Gerçekten bu temelsiz suçlamaları ve görevden almaları hangi yargı kararına dayandırıyorsunuz? Anayasa’sında demokratik bir hukuk devleti olduğu yazan bir ülkenin başbakanı olarak yargı mensuplarını “militanlıkla suçlamaya dair hukuki dayanağınız nedir?
Kamuda çalışan binlerce kişinin anayasal bir suç olan yasadışı bir şekilde fişlenmesine paralel olarak, yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcıların yurtdışı çıkış kayıtları, otel konaklamaları gibi tamamen kişisel ve özel sayılabilecek verilerini meydanlarda açıklıyorsunuz. Haklarında yasal bir soruşturma olmayan bu kişilere dair verileri nereden biliyorsunuz veya kimden alıyorsunuz? Kişisel bilgilerin açıklanmasının hem Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerine, hem de Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası hukuk metinlerine göre suç olduğunu bildiğiniz halde, hukuku ve insanların mahremiyetlerinin korunmasına dair haklarını neden bu kadar açık ve keyfi bir şekilde ihlal ediyorsunuz?
Yapılan ihbarlar üzerine, Suriye’ye yasadışı bir şekilde silah taşıdığı söylenen tırları durdurarak görevi gereği bu tırlarda arama yapmak isteyen savcıların, MİT nezaretinde “insani yardım” taşınıyor argümanıyla ve “devlet sırrı” gerekçesiyle görevlerini yapmalarını tüm kamuoyunun gözleri önünde engellediniz. Şayet söylendiği gibi bu tırlar insani yardım taşıyorlar ise aranmalarına neden engel oldunuz? Bununla da yetinmeyip arama yapmak isteyen savcıyı neden görevden aldınız? Operasyonda yer alan emniyet amirlerini neden tasfiye ettiniz?
Bir süre önce Van’da ilgili savcılık tarafından el-Kaide terör örgütüne yönelik bir operasyon gerçekleştirildi. Bu başarılı operasyonda el-Kaide’nin Türkiye sorumlusu ve Ortadoğu’daki 2 numaralı adamı da ele geçirildi. Sayın Başbakan hükümetiniz el-Kaide terör örgütüne yönelik bu başarılı operasyondan neden rahatsız oldu? Eğer “rahatsız olunmadı” diyorsanız bu başarılı operasyonda görev alan tüm polis amir ve memurları neden sürgün edildi?
En sıradan bir hukuk devleti olmanın bile gereği olan savcıların soruşturmasını kolaylaştırma zorunluluğunu hiçe saymakla kalmayıp, yürütme erki olarak yolsuzluk ve rüşvet iddialarını hukuk çerçevesinde soruşturan adli makamlara her türlü kolaylığı sağlamak yerine, soruşturmayı yürüten savcıların, polis amirlerinin ve memurlarının görev yerlerini neden keyfi bir şekilde sürekli değiştirme ihtiyacı duyuyorsunuz? Kamuoyundan saklanan nelerin ortaya çıkmasından bu kadar endişe ediyorsunuz? Bu endişelerinizi demokrasilerin şeffaflık, denetim ve hesap verebilirlik ilkeleriyle nasıl bağdaştırıyorsunuz?
            Soruşturmayı yöneten savcılarla yetinmeyip İstanbul Adliyesi’nde görev yapan tüm başsavcı vekillerinin görev yerini değiştirmek suretiyle, benzer yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet dosyaların önüne gelme ihtimali bulunan diğer tüm savcılara da bir nevi gözdağı mı vermek istiyorsunuz?
            Son dönemde kullandığınız argümanlar, farklı grupları sürekli düşmanlaştırarak ötekileştiren hırçın ve sert retoriğiniz, daha önemlisi de icraatlarınız göz önüne alındığında, hak ve özgürlükleri, işleyen demokrasinin kurumlarını, kurallarını ve ilkelerini, hukukun üstünlüğünü esas alan Avrupa Birliği değerleriyle aranızdaki mesafenin çok hızlı bir şekilde açıldığı görülüyor. Sayın Başbakan, Türkiye’nin yönünün hala Batı ve AB üyeliği yönünde olduğunu açık yüreklilikle ve samimiyetle söyleyebilir misiniz? Şayet öyleyse neden tüm söylem ve eylemlerinizde bu tercihin özgürlükçü ve hukuka saygılı doğal tezahürleri yerine sürekli olarak tam tersini, yani keyfiliği, hak ve hukuk tanımazlığı ve baskıcı otoriterliği görüyoruz?
            Bir demokrat için cevabı zor, tam tersine otoriterleşme eğilimindeki bir lider için ise cevabı son derece kolay bu tarz soruları çoğaltmak elbette mümkün. Zaten daha basın ve ifade özgürlüğü konusuna, oldu-bitti yasalarına, kamu kaynaklarının keyfi kullanımına, Şangay İşbirliği Teşkilatı’na üye olma iştihasına ve benzeri konulardaki pek çok soruya sıra gelmedi bile. Neyse ki önemli olan sorular değil. Önemli olan bu sorulara verilecek cevaplardır. Verilen cevapların da gerçek hayattaki ve sahadaki gelişmelerle ne kadar uyum ve tutarlılık içerisinde olduğudur.

1 yorum:

  1. tam bir komedi bir bütünün küçük bir tarafından tut tamamı budur de

    YanıtlaSil