Başbakan Erdoğan 5
yıllık aradan sonra ilk kez Avrupa Birliği üyelik müzakereleri gündemiyle
Brüksel’de bulunuyor. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilere yeniden ivme
kazandırma amacıyla çok önceden planlanan bu ziyaret yolsuzluk ve rüşvet iddiaları
ile başlayan operasyonlar ve yargıdaki anti-demokratik düzenlemelerin gölgesi
altında gerçekleşiyor. Oysa vize muafiyeti sürecinin başlaması ve 22. faslın
müzakerelere açılması ile hareketlenmeye başlayan Türkiye-AB ilişkilerinde yeni
bir sayfanın açılması umuluyordu.
Hiç şüpheniz olmasın
ki, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinin geleceğin konusunda, son zamanlarda Avrupa’da temel hak ve
özgürlüklere bağlılığı, demokrasiye inancı, hukuka saygısı ve AB perspektifine
sadakati hakkında kendisiyle ilgili derin şüpheler oluşan Başbakan Erdoğan’ın
Avrupalı muhataplarının sorularına vereceği cevapların ikna ediciliği belirleyici
olacaktır.
Ben de bu yazıda Türkiye-AB
ilişkilerinin geldiği noktaya dair karamsar bir analiz yapmak yerine Avrupalı
dostların da mutlaka Başbakan Erdoğan’ın ağzından cevabını duymalarını
isteyebilecekleri bazı sorulara yer vereceğim. Başbakan Erdoğan’ın Brüksel’deki
muhataplarının yerinde olsam şu soruları birbiri peşi sıra dile getirir, öfkelenmeden,
kızmadan, tehdit ve hakaret etmeden kendisinden bu sorulara makul ve tutarlı
cevaplar vermesini beklerdim. Mesela şunları sorardım:
Suriye’deki zulüm ve katliamdan
kaçan yüzbinlerce mülteciye kapılarınızı açmanız ve elinizden geldiğince yardım
etmeniz takdire şayan. Ancak, uluslararası ambargo altındaki İran’ın yarı-legal
parasını aklama ve transfer etme suretiyle bu rejime “can suyu olmanız” yoluyla
İran’ın Suriyeli muhaliflere yönelik katliamına verdiği desteğe yardımcı
olduğunuzu düşünüyor musunuz? Öte yandan, Suriyeli muhaliflere her türlü
desteği sağlama çabanız da takdire şayan. Ancak yaptığınız bu her türden
yardımın doğru ellerde, meşru amaçlarla kullanıldığından ne kadar eminsiniz?
AB ile tam üyelik
müzakereleri yürüten bir ülkenin başbakanı olarak, yürütmenin bir unsuru olarak
polisin yargı süreçlerinde doğal amiri durumundaki savcıların ve mahkemelerin
talimatlarını yerine getirmeyi reddetmesini demokratik rejimlerin olmazsa
olmazı hukuk devleti olma ve hukukun üstünlüğü prensibiyle nasıl
bağdaştırıyorsunuz?
Yürütmenin başı olarak
verdiğiniz hukuk dışı talimatlarınıza uymak yerine, hukukun kendilerine verdiği
görevleri yerine getiren polis amirleri ve memurlarını hiçbir gerekçe
göstermeden keyfi bir şekilde görevden almayı nasıl açıklıyorsunuz?
Savcılık tarafından
rüşvet suçundan hakkında Meclis başkanlığına fezleke gönderilen eski İçişleri
Bakanı Muammer Güler’in, yolsuzluk skandalının patlak vermesinden sonra görevde
kaldığı 8 gün içerisinde oğlu Barış Güler ve kendisi hakkındaki delilleri
toplayan bütün polis amirlerini ve polis memurlarını görevden almasının hukuka
uygun olup olmadığı konusunda neler söylemek istersiniz?
Bağımsız mahkeme ve
savcıların, yani yargının, talimatını yerine getirmeyi reddeden İstanbul
Emniyet Müdürü hakkında HSYK Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın soruşturma
izni vermemesini, tam tersine yolsuzluk operasyonu yapan savcılar hakkında
soruşturma açılması talimatı vermesini hukuk ve demokrasi çerçevesinde nasıl
yorumlarsınız?
Yolsuzluk ve rüşvet
soruşturmasının başladığı 17 Aralık 2013’ten bu yana, sürekli olarak bu operasyonların
bir “paralel yapı”, “devlet içinde otonom yapı”, “çete”, “suç örgütü”, “Haşaşiler”
gibi sıfatlarla itham ettiğiniz kişilerce yapıldığı iddiasında bulunuyorsunuz.
Bu itham ve suçlamalar havalarda uçuşuyorken onlarca savcıyı, yüzlerce emniyet
amirini, binlerce polis memurunu ve gene yüzlerce kamu görevlisini görevden
alıyorsunuz. Bu görevden almaları hangi delillere dayanarak ve hangi hukuki
gerekçeleri kullanarak yapıyorsunuz?
Yaptıkları yolsuzluklara
ve aldıkları rüşvetlere dair ortaya çıkan somut delillere rağmen soruşturmada
adı geçen şüphelilerin bile masum olabileceğine işaret eden “masuniyet karinesi”ne
haklı olarak vurgu yapıyorsunuz. Ama öte yandan, sadece hukuktan kaynaklanan görevlerini
yapmakta olan kamu görevlilerini, sert ve haşin üslubunuzla sürekli
dillendirdiğiniz bu kadar vahim itham ve yakıştırmalar eşliğinde görevden
almanız hiçbir suçu olmayan bu kişilerin hakkını ihlal anlamına gelmiyor mu?
Sanıklar için gözetilen
“masuniyet karinesi” ilkesini sıra tek suçları görevlerini yapmak olan kamu
görevlilerine gelince neden görmezden geliyorsunuz? Temelsiz zan, en onur
kırıcı itham ve iftiralarınızın eşliğinde görevden aldığınız kamu görevlilerini
hiçbir delile dayanmaksızın “paralel yapı” veya “çete”nin elemanları olmakla
suçlamış ve yargısız bir infazda bulunmuş olmuyor musunuz? Gerçekten bu temelsiz
suçlamaları ve görevden almaları hangi yargı kararına dayandırıyorsunuz?
Anayasa’sında demokratik bir hukuk devleti olduğu yazan bir ülkenin başbakanı
olarak yargı mensuplarını “militanlıkla suçlamaya dair hukuki dayanağınız
nedir?
Kamuda çalışan binlerce
kişinin anayasal bir suç olan yasadışı bir şekilde fişlenmesine paralel olarak,
yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcıların yurtdışı çıkış kayıtları, otel
konaklamaları gibi tamamen kişisel ve özel sayılabilecek verilerini meydanlarda
açıklıyorsunuz. Haklarında yasal bir soruşturma olmayan bu kişilere dair
verileri nereden biliyorsunuz veya kimden alıyorsunuz? Kişisel bilgilerin
açıklanmasının hem Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerine, hem de Türkiye’nin
tarafı olduğu uluslararası hukuk metinlerine göre suç olduğunu bildiğiniz
halde, hukuku ve insanların mahremiyetlerinin korunmasına dair haklarını neden
bu kadar açık ve keyfi bir şekilde ihlal ediyorsunuz?
Yapılan ihbarlar
üzerine, Suriye’ye yasadışı bir şekilde silah taşıdığı söylenen tırları
durdurarak görevi gereği bu tırlarda arama yapmak isteyen savcıların, MİT
nezaretinde “insani yardım” taşınıyor argümanıyla ve “devlet sırrı”
gerekçesiyle görevlerini yapmalarını tüm kamuoyunun gözleri önünde engellediniz.
Şayet söylendiği gibi bu tırlar insani yardım taşıyorlar ise aranmalarına neden
engel oldunuz? Bununla da yetinmeyip arama yapmak isteyen savcıyı neden
görevden aldınız? Operasyonda yer alan emniyet amirlerini neden tasfiye
ettiniz?
Bir süre önce Van’da
ilgili savcılık tarafından el-Kaide terör örgütüne yönelik bir operasyon
gerçekleştirildi. Bu başarılı operasyonda el-Kaide’nin Türkiye sorumlusu ve
Ortadoğu’daki 2 numaralı adamı da ele geçirildi. Sayın Başbakan hükümetiniz el-Kaide
terör örgütüne yönelik bu başarılı operasyondan neden rahatsız oldu? Eğer “rahatsız
olunmadı” diyorsanız bu başarılı operasyonda görev alan tüm polis amir ve
memurları neden sürgün edildi?
En sıradan bir hukuk
devleti olmanın bile gereği olan savcıların soruşturmasını kolaylaştırma
zorunluluğunu hiçe saymakla kalmayıp, yürütme erki olarak yolsuzluk ve rüşvet
iddialarını hukuk çerçevesinde soruşturan adli makamlara her türlü kolaylığı
sağlamak yerine, soruşturmayı yürüten savcıların, polis amirlerinin ve
memurlarının görev yerlerini neden keyfi bir şekilde sürekli değiştirme
ihtiyacı duyuyorsunuz? Kamuoyundan saklanan nelerin ortaya çıkmasından bu kadar
endişe ediyorsunuz? Bu endişelerinizi demokrasilerin şeffaflık, denetim ve
hesap verebilirlik ilkeleriyle nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Soruşturmayı
yöneten savcılarla yetinmeyip İstanbul Adliyesi’nde görev yapan tüm başsavcı
vekillerinin görev yerini değiştirmek suretiyle, benzer yolsuzluk, usulsüzlük
ve rüşvet dosyaların önüne gelme ihtimali bulunan diğer tüm savcılara da bir
nevi gözdağı mı vermek istiyorsunuz?
Son
dönemde kullandığınız argümanlar, farklı grupları sürekli düşmanlaştırarak
ötekileştiren hırçın ve sert retoriğiniz, daha önemlisi de icraatlarınız göz önüne
alındığında, hak ve özgürlükleri, işleyen demokrasinin kurumlarını, kurallarını
ve ilkelerini, hukukun üstünlüğünü esas alan Avrupa Birliği değerleriyle
aranızdaki mesafenin çok hızlı bir şekilde açıldığı görülüyor. Sayın Başbakan, Türkiye’nin
yönünün hala Batı ve AB üyeliği yönünde olduğunu açık yüreklilikle ve
samimiyetle söyleyebilir misiniz? Şayet öyleyse neden tüm söylem ve
eylemlerinizde bu tercihin özgürlükçü ve hukuka saygılı doğal tezahürleri
yerine sürekli olarak tam tersini, yani keyfiliği, hak ve hukuk tanımazlığı ve
baskıcı otoriterliği görüyoruz?
Bir demokrat için cevabı zor, tam tersine otoriterleşme eğilimindeki bir lider için ise cevabı son derece kolay bu tarz soruları
çoğaltmak elbette mümkün. Zaten daha basın ve ifade özgürlüğü konusuna,
oldu-bitti yasalarına, kamu kaynaklarının keyfi kullanımına, Şangay İşbirliği
Teşkilatı’na üye olma iştihasına ve benzeri konulardaki pek çok soruya sıra gelmedi
bile. Neyse ki önemli olan sorular değil. Önemli olan bu sorulara verilecek
cevaplardır. Verilen cevapların da gerçek hayattaki ve sahadaki gelişmelerle ne
kadar uyum ve tutarlılık içerisinde olduğudur.
tam bir komedi bir bütünün küçük bir tarafından tut tamamı budur de
YanıtlaSil