23 Ekim 2013 Çarşamba

Utanç


Bazen bir duygu ve düşünceyi hakkıyla ifade etmek için sayfalar dolusu yazı yazmak gerekir. Bazen ise o baskın duygu ve düşünceyi ifade için bir cümle yeter. Hatta bazen öyle bir durumla karşı karşıya kalınır ve öyle bir yoğun duyguya kaptırır ki insan kendini adeta söyleyecek söz bulamaz. Sayfaların, paragrafların, cümlelerin anlatamadığı şey içinize bazen bir enerji saçan dinamo, bazen bir yumruk gibi yerleşen o duyguda karşılığını bulur adeta. Bazen bu duygu kabına sığmaz bir coşku ve sevinç olur. Bazen dayanılmaz bir acı, hüzün ve öfkedir sizi sarmalayan. Bazense şahit olduklarınız yüzünüzü kızartır ve taşıyamayacağınız bir utanç olup bağrınıza yerleşir.
  Türkiye’de bir askeri muhtıra sonrası kurulan ara rejimin 1971 yılında kapısına kilit vurarak eğitim faaliyetlerine son verdiği Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına dair süren tartışmalar karşısında ben şahsen bu duyguyu yaşıyorum. Hissettiğim duyguyu anlatmak için “shame” dışında söyleyecek bir kelime de bulamıyorum. Aslında halden anlayanlar bilirler ki bu tür utanç verici durumlarda kelime israfına zaten gerek yoktur. Ruhunuzu bir mengene gibi sıkıştıran o kesif hissin kelimelere dökülmesi dahi aslında lüzumsuzdur. Okumanız için şu an bu yazıyı kaleme alırken benim işte böyle lüzumsuz bir  işle uğraşmakta olduğumu bilin.
Yazıya öncelikle bir itirafla başlayayım. Dini inanışı veya etnisitesi çoğunluktan farklı olan kendi vatandaşlarımızın en tabii haklarını bir başka ülkenin azınlıktaki kendi vatandaşlarına yönelik anti demokratik uygulamalarına karşı bir pazarlık unsuru haline getirmenin çoğulcu, özgürlükçü demokrasi anlayışıyla, her vatandaşına eşit muamele etmesi gerektiği varsayılan hukuk devleti olmakla nasıl bağdaştırılabildiğini doğrusu ben bir türlü anlayamıyorum. Demokrasiyi, hukuk devleti olmayı bir kenara bırakın tüm bunların bir insan, hele hele de Müslüman bir insan olmakla neresinin bağdaştığını samimiyetle merak ediyorum. Kendi vatandaşlarımızı birilerine karşı elimizde koz olarak tuttuğumuz rehineler gibi görme ahlakını sahi hangi ara, nereden edindik biz! Ağzımızı her açtığımızda büyük bir gururla bahsettiğimiz ve mirasçısı olmakla sürekli övündüğümüz atalarımızın hangi uygulamasından örnek aldık bu pejmürde pazarlıkçılığı? Sahi o atalarımızın gerçekten ne kadar mirasçısı olabildik?   
Sınırları içerisinde barındırdığı farklı inanç ve kültürlere bugün ulaştığımız medeniyet seviyesinde olduğundan bile daha geniş bir hoşgörüyle yaklaştığı için mirasçısı olmakla övündüğümüz atalarımızdan hangisi böyle davranmıştı? Osmanlı mı? Selçuklu mu?.. Hangi atamız şu tuhaf cümleleri son derece normal bir şey söylüyormuş rahatlığı içerisinde ifade ederdi dersiniz: “Bizim için Ruhban Okulu meselesinin çözümü, anlık bir meseledir. Biz bir şeyin iadesini yaparken, bir şeylerin de iadesini bekleme hakkına sahibiz. Fethiye Camisi ve diğer cami ile Batı Trakya’daki kardeşlerimizin baş müftü seçimini birlikte, aynı zamanda yapalım, o zaman biz ruhban okulunu da açarız…”
Anlayan varsa bana da açıklasın lütfen. Yunanistan’ın kendi toprakları üzerinde azınlık durumundaki Türk ve Müslüman vatandaşlarının en tabii haklarını inkar etmesi ve onlara bu açıdan zulmetmesi, kendi vatandaşlarımızın en tabii haklarını gasp etmemize nasıl bir meşruiyet sağlayabilir? Kendi halkımızın hak ve özgürlükleri ne zamandan beri başka ülkeyle giriştiğimiz bir pazarlığın konusu haline geldi? Bu devlet bir korsan devlet mi ki bir kısım vatandaşlarının hakkını iade etmek için bir başka ülkeden ayniyle bir çeşit fidye istiyor? Bu neyin pazarlığıdır? İlkeleri umursamıyor olsanız dahi, kendi vatandaşlarınızın haklarını teslim etmenin sizi ahlaken daha güçlü bir konuma getireceğini gerçekten göremiyor musunuz? Böyle bir moral üstünlüğün başka ülkelerdeki hak ihlalleri, baskı ve zulümlere karşı daha gür sesle mücadeleyi kolaylaştıracağını da mı hesaplayamıyorsunuz?
Yoksa bu ülkedeki farklı yaşam tarzlarına, farklı inançlara ya da etnisiyete sahip nispeten azınlıktaki vatandaşların haklarının hala tas tamam iade edilmemesi de bu hakları pazarlık konusu edecek bir muhatabın bulunamamasından mı kaynaklanıyor? Belki o da yapılır. Mesela Alevi vatandaşlarımızın hakları sorununu belki bir başka komşumuzda olup bitenlere dair pazarlıkla çözmek de istenir. Kürt vatandaşlarımızın en temel haklarının ise pazarlık konusu yapılacağı bir muhatap zaten çoktan bulundu… Terör örgütü PKK adım attıkça Kürt haklarının ucu gösteriliyor, PKK farklı davrandıkça Kürt vatandaşlarımızın hakları öteleniyor.
Sahi bizim uğruna yıllardır mücadele verdiğimiz demokrasi, insan hakları ve özgürlükler anlayışımız gele gele buraya mı geldi? Durum şayet buysa, hep birlikte geriletilmesi için çaba harcadığımız militarist-Kemalist devletle de, derin devlet çeteleriyle de boşuna uğraşmışız. Neticede, onlar da inançlarına, kültürlerine ve etnisitelerine göre kısımlara ayırdıkları vatandaşlarımızın en tabii haklarını ya tamamen inkar ediyorlardı ya da bugün olduğu gibi “mütekabiliyet” adı altında bir pazarlık mevzuu haline getiriyorlardı.
Şunu hepimiz artık anlamalıyız ki, 9. yüzyılda inşa edilmiş bir kilise binası üzerinde 1844’te eğitime başlamış Heybeliada Ruhban Okulu’nun 1971 yılında kapatılması hukuk devleti ve demokrasi olduğunu iddia eden bir ülkenin taşıyabileceği türden bir utanç değildir. Bu ülkede kala kala bir-kaç bin Rum vatandaşın kalmış olması nasıl ki devletin ve millet olarak hepimizin bir utancıysa, Ruhban Okulu’nun kapalı kaldığı her bir gün de bu hükümetin ve hepimizin bir utancıdır.
Tıpkı yıllarca Kürt vatandaşlarımızın Kürt kimliğini, muhafazakar vatandaşlarımızın dinsel görünürlüğünü, Alevi vatandaşlarımızın cemevi talebini reddettiği gibi 300 milyondan fazla bağlısı olan patrikhanenin ekümenikliğini inkar eden bu arkaik anlayışın artık tartışılmasının ve sorgulanmasının zamanı çoktan gelmiştir.
Atalarımızın tabii bir özgüven ve rahatlık içerisinde yüzlerce yıl bağrında barındırdığı ekümenik partikhaneyi yeniden bağrımıza basmanın vakti de çoktan gelmiştir. Ruhban Okulu’nun Ortodoks vatandaşlarımızın ve ekümenik patrikliğin arzu ettiği şekilde, “eğersiz” ve “amasız” olarak açılması bu yönde çok önemli bir adım olacaktır. Sayıları birkaç bine düşen sadece Rum vatandaşlarımız için değil 300 milyonu bulan Ortodoks camianın din adamı ihtiyaçları gözetilerek, tıpkı eskiden olduğu gibi, bu okula Türk vatandaşı olmayanların da devam etmesinin önü açılmalıdır. Açılmalıdır ki, millet olarak bu ilkel yasakçılığın hepimizi içine attığı o korkunç utançtan hep birlikte kurtulalım. 

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes-328679-shame.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder