Her geçen gün daha da
iç bunaltıcı hale gelen böyle bir sürece şahitlik etmek ne büyük bir
talihsizlik. Değiştik… artık hoşgörülü, özgürlükçü, demokrat ve kuşatıcı olduk
diye yola çıkan bir siyasal kadronun her geçen gün daha da otoriterleşerek, baskıyı,
yasağı ve despotluğu başat karakteri haline getirmesini görmek ne büyük bir ızdırap.
Uzak olmayan bir geçmişte toplumun her kesimini kucaklamaya gayret ederek
ülkenin bütünlüğünün ve milletin birliğinin tutkalı olan bir partinin ve
liderinin varacağı yerin, en yakınlarındakileri bile düşmanlaştırıcı,
şeytanlaştırıcı, toplumu bölücü, ülkeyi ayrıştırıcı bir menzil olması ne kadar
kahredici.
2011’deki son genel seçimler
de dahil olmak üzere, dindarlardan ve dine mesafeli olanlardan, muhafazakarlardan
ve sol/sağ liberal demokratlardan, şehirlilerden ve köylülerden, başta Türkler
ve Kürtler olmak üzere bütün etnik gruplardan, Sünnilerden ve Alevilerden,
Müslümanlardan ve gayr-i Müslimlerden, ülkenin batısından olduğu kadar doğusundan
da oy ve destek almayı başarmış bir siyasal partinin bugün vardığı o kışkırtıcı,
bölücü, ayrıştırıcı, tepeden bakan ve durmaksızın halkı aşağılayan yere bakıp acınmaz
da ne yapılır? Türkiye’nin genelinden ve bütün toplumsal kesimlerden oy ve
destek almayı başarmış bir siyasal partinin ve liderinin artık
ülkenin bugünü ve geleceği için açık bir tehlike, kıyıcı bir tehdit haline nasıl gelebildiğinin
siyaset bilimince nasıl açıklanabildiğini doğrusu çok merak ediyorum. Siyaset
felsefesinin, siyaset sosyolojisinin ve siyaset psikolojisinin de bu konuda söyleyeceği
çok şeyler olmalı.
Biliyorum, kadim Çin
felsefesinin üstüne basa basa durduğu hanedan çevrimlerine (dynastic circles) dair
hikayelerde, yaşamakta olduğumuz bu karanlık sürecin anlaşılmasına yardımcı
olabilecek pek çok yaşanmış örnek bulmak mümkün. İçinde bulunduğumuz bölgenin, İslam
medeniyetinin yaldızlı dönemlerindeki o ışıltıdan kopup yüzyıllar boyu süren bir
çöküş ve ilkelliğe sürüklenmesi de eminim ki bu konuda çok şeyler anlatır bize.
İbni Haldun’un, Montesquieu’nün, Paul Kennedy’nin eserlerinden de ciddi
ipuçları bulabiliriz şu yaşanan tuhaf sürece. Ama emin olun mevcut durumu tam
bir izah için bunların hiçbiri yeterli olamayacaktır. Çünkü geçmişte nesiller
boyu süren yükseliş, zirveye ulaşma, yozlaşma/kokuşma ve çöküş dönemlerine dair
hikayeleri analiz eden sosyo-politik teoriler, bütün bu safhaların nasıl olup
da bizim örneğimizde olduğu gibi bir neslin hayatının sadece belirli bir kısmında
gerçekleşebildiği konusunda aciz kalacaklardır.
Doymak bilmez kişisel hırslar
ve tatmin olmaz siyasi emellerin peşine takılıp, amaca ulaştıran her şeyi mübah
gören son derece sakil bir pragmatik anlayış mıdır acaba tüm bu sıkıntıları bu
ülkeye yaşatan? Her kesimin saygı duyduğu ortak ilkelerin, ahlaki normların ve
etik değerlerin yerine ne pahasına olursa olsun kazanmayı, sadece kazanmayı
koyan anlayış mıdır toplumu bölen, dağıtan, bu kadar huzursuz eden? Hedeflerindeki
tek adam/tek parti rejimi uğruna hak yerine gücün, hukuk yerine despotluğun,
adalet yerine keyfiliğin ikame edilmesi değil midir tüm sorunların sebebi?
Sahi Machiavelli’yi
bile mezarından fırlatıp parmak ısırtacak düzeydeki bu ilkesiz/ahlaksız pragmatizmi
bu kadro ve lideri hangi ara bu kadar içselleştirebildi? Hırsızlık, yolsuzluk,
rüşvet en sıradan ve normal bir şeymişçesine nasıl gündelik hayatlarının doğal
ve normal bir parçası haline gelebildi? Tüm ahlak sistemlerinde ve dini
anlayışlarda ahlaksızlık, suç, günah ve ayıp sayılan şeyleri yapabilmek için alınan
garip fetvalarla İslam dininin nasıl hoyratça lekelendiğinden hiç mi
çekinilmedi, hiç mi utanç duyulmadı? Çalarken, rüşvet alırken, yalan söylerken,
iftira atarken hiç mi vicdanları sızlamadı?
Heveslerine göre
çarpıttıkları İslam dinini istismar ederek bir kılıf bulunca hırsızlıkları, yolsuzlukları,
aldıkları rüşvetler ve kamu mallarının suistimali üzerinden elde ettikleri şahsi ve siyasi çıkar
ve nüfuz temizlenmiş mi oldu? İnsan merak etmiyor değil, yalanlarına,
iftiralarına, hırsızlıklarına ve yolsuzluklarına pervasızca alet ettikleri dini,
şimdilik bilmediğimiz daha başka hangi ürkütücü amaçları için meşrulaştırıcı
bir araca dönüştürdüler ya da dönüştürecekler? Çoğunluğun sözde menfaati için Müslüman
ya da gayri Müslim, dindar ya da seküler azınlığa yönelik girişecekleri hukuk
ve ahlak dışı saldırılarında vicdanlarını rahatlatan daha ne türden fetvalar
var ellerinde acaba?
Sahi sırf daha fazla oy
uğruna toplumu kutuplaştırmak ve toplumsal kesimleri birbirine
düşmanlaştırmaktan çekinmeyen bu siyasal ahlakı ne zaman, nereden edindiler?
Gezi Parkı olayları sırasında başörtülü bir genç kadına yönelik Kabataş
saldırısı üzerinden uydurdukları korkunç yalanlarla muhtemel bir iç savaşı bile
göze almaya kendilerini hangi motivasyon teşvik etti? Halkı birbirine düşürmekten
hiç mi çekinmediler? Böyle bir ihtimalin
vebali karşısında hiç mi vicdanları sızlamadı? Toplumu germek, kutuplaştırmak
ve birbirine düşürmek için daha ne kadar yalan ve iftira uydurmayı, hakaret ve
aşağılamalarda bulunmayı planlıyorlar acaba? Artık bu ülkenin başına gelmiş bela olarak
görüldüklerinin farkında değiller mi?
Söylesinler de bilelim,
dün ak, pür-ü pak dedikleri nasıl bir anda kara, kap kara oldu gözlerinde? Dün büyük
saygı duydukları kişiler ve oluşumlar nasıl oldu da en hakire dönüştü nazarlarında?
Bu ülkeye, millete ve tüm insanlığa sadece iyilikler taşımaya çalışan bir sivil
toplum hareketi nasıl oldu da onlar için bir “paralel devlete”, “çeteye”, “Haşaşiye”,
“terör örgütüne”, “casusa”, “haine” dönüşüverdi? Şöyle yakından ve samimiyetle
bir bakın bakalım bunlar mı sahiden dönüşen, yoksa bu insafsız suçlamalarda
bulunanlar mı? Doymak bilmeyen heves ve hırsları, onların olmayan her şeye
karşı duydukları baş edilmez nefretleri, ele geçiremedikleri ya da yok edemedikleri
her şeye karşı besledikleri hasetlerinin kendilerini dönüştürdüğü o korkunç canavarı
nasıl olur da görmezler?
Hırsızlıklarını, yolsuzluklarını,
aldıkları rüşvetleri, siyasi nüfuz ve çıkar amaçlı olarak kamu malını birilerine nasıl pervasıca peşkeş çektiklerini ortaya çıkaran savcı ve polislerle birlikte,
benzer soruşturmalar açabilecek binlercesini görevden aldılar. Böylece yargıyı ve polisi yaptıkları yolsuzluklara karşı fiilen
ve cebren iş yapamaz hale getirdiler. Şimdi de yaptıkları yasal değişiklikle
yargı mensuplarını tamamen emir kullarına dönüştürüyorlar. Bu yaptıklarıyla 1980’lerdeki
darbeci generallerin bile çok gerisine düştüklerinin ne kadar farkındalar
bilemiyorum. Siyasal sistemi yozlaştırarak, hukuku ve bağımsız yargıyı ortadan
kaldırarak, toplumun değerlerini ve ahlak kurallarını hiçe sayarak ne kadar yol
alabileceklerini düşünüyorlar, bunu da tahmin etmek zor. Ama bu çağda ve bu toplumsal gelişmişlik düzeyinde
oynadıkları bu tehlikeli oyunla heves ettikleri baskıcı diktatörlüğe ulaşabileceklerini
sanıyorlarsa, yanılıyorlar.
Diyelim ki bütün ahlaki
ölçüleri, evrensel hukuk normlarını ve demokratik değerleri çiğneyerek hayalini
kurdukları o tek adam/tek parti diktatoryasını kurdular. Emin olun, en başta kendileri
olmak üzere, bu başarıları kimseyi mutlu etmeyecektir. Öyleyse bir an önce bıraksınlar bu
tehlikeli oyunu. Bu kadar kokuşmuşluk ortasında kalmaktansa tüm medeni demokrat
ülkelerde olduğu gibi özür dilesinler halktan ve daha fazla rezil olmadan istifa
etsinler. Milletin önünden çekilsinler ve ufkunu karartmasınlar!
Öte yandan, tüm bu olup bitenlere,
haklarındaki onca iddiaya, şaiyaya ve suçlamalara rağmen kendi rızalarıyla çekilmemeleri
halinde, yapıp ettiklerine “dur” demeyecek, diyemeyecek bir toplum, ne yazık ki onlara ve
olanlara layıktır. Müstehaklarını da onların ve olanların elinden bulmuştur. Bilemiyorum
şu an şayet böyle bir durumdaysak, bize sadece “herkese geçmiş olsun” demek
düşer…
For English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_339615_dangerous-game.html
For English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_339615_dangerous-game.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder