16 Şubat 2014 Pazar

Tehlikeli oyun

Her geçen gün daha da iç bunaltıcı hale gelen böyle bir sürece şahitlik etmek ne büyük bir talihsizlik. Değiştik… artık hoşgörülü, özgürlükçü, demokrat ve kuşatıcı olduk diye yola çıkan bir siyasal kadronun her geçen gün daha da otoriterleşerek, baskıyı, yasağı ve despotluğu başat karakteri haline getirmesini görmek ne büyük bir ızdırap. Uzak olmayan bir geçmişte toplumun her kesimini kucaklamaya gayret ederek ülkenin bütünlüğünün ve milletin birliğinin tutkalı olan bir partinin ve liderinin varacağı yerin, en yakınlarındakileri bile düşmanlaştırıcı, şeytanlaştırıcı, toplumu bölücü, ülkeyi ayrıştırıcı bir menzil olması ne kadar kahredici.
2011’deki son genel seçimler de dahil olmak üzere, dindarlardan ve dine mesafeli olanlardan, muhafazakarlardan ve sol/sağ liberal demokratlardan, şehirlilerden ve köylülerden, başta Türkler ve Kürtler olmak üzere bütün etnik gruplardan, Sünnilerden ve Alevilerden, Müslümanlardan ve gayr-i Müslimlerden, ülkenin batısından olduğu kadar doğusundan da oy ve destek almayı başarmış bir siyasal partinin bugün vardığı o kışkırtıcı, bölücü, ayrıştırıcı, tepeden bakan ve durmaksızın halkı aşağılayan yere bakıp acınmaz da ne yapılır? Türkiye’nin genelinden ve bütün toplumsal kesimlerden oy ve destek almayı başarmış bir siyasal partinin ve liderinin artık ülkenin bugünü ve geleceği için açık bir tehlike, kıyıcı bir tehdit haline nasıl gelebildiğinin siyaset bilimince nasıl açıklanabildiğini doğrusu çok merak ediyorum. Siyaset felsefesinin, siyaset sosyolojisinin ve siyaset psikolojisinin de bu konuda söyleyeceği çok şeyler olmalı.
Biliyorum, kadim Çin felsefesinin üstüne basa basa durduğu hanedan çevrimlerine (dynastic circles) dair hikayelerde, yaşamakta olduğumuz bu karanlık sürecin anlaşılmasına yardımcı olabilecek pek çok yaşanmış örnek bulmak mümkün. İçinde bulunduğumuz bölgenin, İslam medeniyetinin yaldızlı dönemlerindeki o ışıltıdan kopup yüzyıllar boyu süren bir çöküş ve ilkelliğe sürüklenmesi de eminim ki bu konuda çok şeyler anlatır bize. İbni Haldun’un, Montesquieu’nün, Paul Kennedy’nin eserlerinden de ciddi ipuçları bulabiliriz şu yaşanan tuhaf sürece. Ama emin olun mevcut durumu tam bir izah için bunların hiçbiri yeterli olamayacaktır. Çünkü geçmişte nesiller boyu süren yükseliş, zirveye ulaşma, yozlaşma/kokuşma ve çöküş dönemlerine dair hikayeleri analiz eden sosyo-politik teoriler, bütün bu safhaların nasıl olup da bizim örneğimizde olduğu gibi bir neslin hayatının sadece belirli bir kısmında gerçekleşebildiği konusunda aciz kalacaklardır.
Doymak bilmez kişisel hırslar ve tatmin olmaz siyasi emellerin peşine takılıp, amaca ulaştıran her şeyi mübah gören son derece sakil bir pragmatik anlayış mıdır acaba tüm bu sıkıntıları bu ülkeye yaşatan? Her kesimin saygı duyduğu ortak ilkelerin, ahlaki normların ve etik değerlerin yerine ne pahasına olursa olsun kazanmayı, sadece kazanmayı koyan anlayış mıdır toplumu bölen, dağıtan, bu kadar huzursuz eden? Hedeflerindeki tek adam/tek parti rejimi uğruna hak yerine gücün, hukuk yerine despotluğun, adalet yerine keyfiliğin ikame edilmesi değil midir tüm sorunların sebebi?
Sahi Machiavelli’yi bile mezarından fırlatıp parmak ısırtacak düzeydeki bu ilkesiz/ahlaksız pragmatizmi bu kadro ve lideri hangi ara bu kadar içselleştirebildi? Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet en sıradan ve normal bir şeymişçesine nasıl gündelik hayatlarının doğal ve normal bir parçası haline gelebildi? Tüm ahlak sistemlerinde ve dini anlayışlarda ahlaksızlık, suç, günah ve ayıp sayılan şeyleri yapabilmek için alınan garip fetvalarla İslam dininin nasıl hoyratça lekelendiğinden hiç mi çekinilmedi, hiç mi utanç duyulmadı? Çalarken, rüşvet alırken, yalan söylerken, iftira atarken hiç mi vicdanları sızlamadı?
Heveslerine göre çarpıttıkları İslam dinini istismar ederek bir kılıf bulunca hırsızlıkları, yolsuzlukları, aldıkları rüşvetler ve kamu mallarının suistimali üzerinden elde ettikleri şahsi ve siyasi çıkar ve nüfuz temizlenmiş mi oldu? İnsan merak etmiyor değil, yalanlarına, iftiralarına, hırsızlıklarına ve yolsuzluklarına pervasızca alet ettikleri dini, şimdilik bilmediğimiz daha başka hangi ürkütücü amaçları için meşrulaştırıcı bir araca dönüştürdüler ya da dönüştürecekler? Çoğunluğun sözde menfaati için Müslüman ya da gayri Müslim, dindar ya da seküler azınlığa yönelik girişecekleri hukuk ve ahlak dışı saldırılarında vicdanlarını rahatlatan daha ne türden fetvalar var ellerinde acaba?
Sahi sırf daha fazla oy uğruna toplumu kutuplaştırmak ve toplumsal kesimleri birbirine düşmanlaştırmaktan çekinmeyen bu siyasal ahlakı ne zaman, nereden edindiler? Gezi Parkı olayları sırasında başörtülü bir genç kadına yönelik Kabataş saldırısı üzerinden uydurdukları korkunç yalanlarla muhtemel bir iç savaşı bile göze almaya kendilerini hangi motivasyon teşvik etti? Halkı birbirine düşürmekten hiç mi çekinmediler?  Böyle bir ihtimalin vebali karşısında hiç mi vicdanları sızlamadı? Toplumu germek, kutuplaştırmak ve birbirine düşürmek için daha ne kadar yalan ve iftira uydurmayı, hakaret ve aşağılamalarda bulunmayı planlıyorlar acaba? Artık bu ülkenin başına gelmiş bela olarak görüldüklerinin farkında değiller mi?
Söylesinler de bilelim, dün ak, pür-ü pak dedikleri nasıl bir anda kara, kap kara oldu gözlerinde? Dün büyük saygı duydukları kişiler ve oluşumlar nasıl oldu da en hakire dönüştü nazarlarında? Bu ülkeye, millete ve tüm insanlığa sadece iyilikler taşımaya çalışan bir sivil toplum hareketi nasıl oldu da onlar için bir “paralel devlete”, “çeteye”, “Haşaşiye”, “terör örgütüne”, “casusa”, “haine” dönüşüverdi? Şöyle yakından ve samimiyetle bir bakın bakalım bunlar mı sahiden dönüşen, yoksa bu insafsız suçlamalarda bulunanlar mı? Doymak bilmeyen heves ve hırsları, onların olmayan her şeye karşı duydukları baş edilmez nefretleri, ele geçiremedikleri ya da yok edemedikleri her şeye karşı besledikleri hasetlerinin kendilerini dönüştürdüğü o korkunç canavarı nasıl olur da görmezler?
Hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, aldıkları rüşvetleri, siyasi nüfuz ve çıkar amaçlı olarak kamu malını birilerine nasıl pervasıca peşkeş çektiklerini ortaya çıkaran savcı ve polislerle birlikte, benzer soruşturmalar açabilecek binlercesini görevden aldılar. Böylece yargıyı ve polisi yaptıkları yolsuzluklara karşı fiilen ve cebren iş yapamaz hale getirdiler. Şimdi de yaptıkları yasal değişiklikle yargı mensuplarını tamamen emir kullarına dönüştürüyorlar. Bu yaptıklarıyla 1980’lerdeki darbeci generallerin bile çok gerisine düştüklerinin ne kadar farkındalar bilemiyorum. Siyasal sistemi yozlaştırarak, hukuku ve bağımsız yargıyı ortadan kaldırarak, toplumun değerlerini ve ahlak kurallarını hiçe sayarak ne kadar yol alabileceklerini düşünüyorlar, bunu da tahmin etmek zor. Ama bu çağda ve bu toplumsal gelişmişlik düzeyinde oynadıkları bu tehlikeli oyunla heves ettikleri baskıcı diktatörlüğe ulaşabileceklerini sanıyorlarsa, yanılıyorlar.
Diyelim ki bütün ahlaki ölçüleri, evrensel hukuk normlarını ve demokratik değerleri çiğneyerek hayalini kurdukları o tek adam/tek parti diktatoryasını kurdular. Emin olun, en başta kendileri olmak üzere, bu başarıları kimseyi mutlu etmeyecektir. Öyleyse bir an önce bıraksınlar bu tehlikeli oyunu. Bu kadar kokuşmuşluk ortasında kalmaktansa tüm medeni demokrat ülkelerde olduğu gibi özür dilesinler halktan ve daha fazla rezil olmadan istifa etsinler. Milletin önünden çekilsinler ve ufkunu karartmasınlar!
Öte yandan, tüm bu olup bitenlere, haklarındaki onca iddiaya, şaiyaya ve suçlamalara rağmen kendi rızalarıyla çekilmemeleri halinde, yapıp ettiklerine “dur” demeyecek, diyemeyecek bir toplum, ne yazık ki onlara ve olanlara layıktır. Müstehaklarını da onların ve olanların elinden bulmuştur. Bilemiyorum şu an şayet böyle bir durumdaysak, bize sadece “herkese geçmiş olsun” demek düşer… 

For English: http://todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_339615_dangerous-game.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder